22 Ağustos 2013 Perşembe

Eş genel başkanımız Gültan Kışanak'ın Taraf röportajı [Tuğba Tekerek]





Ergenekon’a karşı PKK affı olmaz

“Pakette anadilde eğitim yok” diyen Başbakan’ı eleştiren Kışanak “İnkar siyasetinden vazgeçtiysen dilin üzerindeki inkarı da kaldıracaksın” dedi.

Türkiye’de 40 bin cana mal olan Kürt sorununun çözümü için girilen yolda önemli bir dönemeçteyiz. PKK’lıların geri çekilmeye başlamasının ardından ikinci aşamada hükümetin demokratikleşme paketi merakla bekleniyordu. Başbakan Erdoğan geçtiğimiz günlerde demokratikleşme paketinin içeriğine dair açıklamalar yaptı. BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak’a Başbakan’ın açıkladığı adımların taleplerini ne ölçüde karşıladığını, çözüm sürecinin gidişatını, bu arada genel bir affın Ergenekon tutuklularını da kapsaması hakkında ne düşündüğünü sorduk.


Başbakan Erdoğan, PKK’lıların sadece yüzde 20’sinin ülkeden çekildiğini, onların da çocuk, kadın ve yaşlı olduğunu söyledi. Çekilme oranının nasıl tesbit edileceği konusunda bir anlaşma yapılmış mıydı?

En başta BDP’nin de KCK’nin de çekilmeyle ilgili yasal düzenleme yapılması ve bir gözlemci heyet olması yönünde talebi vardı. Böylece çözüm sürecinin hem yasal dayanağı olacaktı hem de gözlem heyetleri sürecin gidişatını kontrol edecekti. Fakat hükümet bu konuda bir tutum içinde olmadı. Biz de bunu şöyle yorumladık, Öcalan’la hükümet arasında yapılan görüşmede geri çekilme sürecinin bir politik kararlılık meselesi olduğunu ortaya koydular. KCK’liler de “Politik olarak kararlıyız. Geri çekilme sürecini başlatıyoruz” dedi ve tutum olarak yüzde 100 çatışmasızlık hâli temin edildi. Bunun üzerinden bir polemik yürütmek hiç doğru değil. Sayın Başbakan eğer reformlardan demokratik çözüm yaklaşımından imtina ediyorsa bunu açıklıkla söylesin. Bahane üretmesin.


Kürt tarafı birinci aşamada üzerine düşeni tam olarak yaptı mı?

Biz tamamıyla yaptığına inanıyoruz. Kürt tarafından beklenen bu savaşı sonlandırmak konusunda bir iradenin açığa çıkmasıydı. Bu karar alındı, uygulamaya kondu ve tek bir silah patlamadı. Yasal düzenleme yapılmadan da ortaya çıkabilecek tek durum budur. Birinci aşamada şu andakinden çok daha farklı bir pozisyonu arzuluyor idilerse sayın Öcalan’la görüşmelerinde bu konuda bir yaklaşım ortaya koysalardı. Bir yasal düzenleme yapsalardı. Çünkü Kürt tarafı da kendini güvende hissetmek istiyor. Barış süreçlerinde tarafların kendilerini güvende hissetmek için karşılıklı adım beklentisi vardır. “Hiçbir adım atmam, hiç bir yasal düzenleme yapmam ama geri çekilme yüzde 20...” Neye göre yüzde 20?


Size göre yüzde kaç?

Bu bir polemik konusu, hiçbir manası yok. Bunu, demokratik reformlardan kaçınmak için üretilmiş bahane olarak görüyoruz. Önemli olan birinci aşamada silahların devreden çıkması konusunda Kürt tarafının ortaya bir irade koymasıydı. Bu irade kondu. Çekilme süreci başladı. KCK’nin biz tamamını çekmeyeceğiz diye de bir yaklaşım yoktur.


Ama ne zaman çekecek?

Bilmiyorum. Yüzde kaçının gittiğini de bilmiyorum. Kimse de bilemez. Bu konuda KCK yöneticilerinin yaptığı açıklamalara inanmak durumundayız. Onlar da ¨Büyük ölçüde tamamlandı¨ diyorlar. Burada Başbakan’ın polemik yaratmak yerine, barış sürecinin bir ruhu vardır, bu ruha uygun davranması lazım. Resmi gözlem heyetlerini kursaydı, otururdu tek tek sayardı. Üç mü çıktı beş mi çıktı bunun hesabını yapardı ama şimdi bu hesap üzerinden polemik yapmak bahane arama yaklaşımıdır.


Başbakan “Demokratikleşme paketinde anadilde eğitim yok, baraj inmeyecek” diyor. Açıklanan haliyle paketi nasıl buldunuz?

Sayın Başbakan, AKP hükümeti, çözüm istiyor mu istemiyor mu, bu konuda net olmalı, samimi olmalı. Ortada temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasından kaynaklanan bir sorun var. Kürt halkının en temel hak ve özgürlükleri sınırlanmış, Bu da çatışma üretmiş. Temel hak ve özgürlükler konusunda mevcut olan durumu savunan yaklaşımın çözüm üretme şansı yoktur. Başbakan bu söylemiyle ¨Mevcut olana razı olun¨ diyor.


Mümkün mü böyle bir şey?

Mevcut olana razı olacaktıysa, Kürtlerin bir mücadelesi olmazdı, “Kürt değiliz Türküz¨ derdi. Eğer Başbakan ¨Kürt yoktur, dili de yoktur¨ tezine gelecekse kendisi bilir. Artık bunun ortası yoktur. Bir halk varsa hakları da vardır. Hem “İnkar siyasetinden vazgeçtim” diyeceksin, “Hem de anadil böler” diyeceksin. İnkardan vazgeçtiysen, kimliğin en temel göstergesi dildir, dilin üzerindeki bütün inkâr ve asimilasyon politikalarından vazgeçeceksin.


Siz, eşitlik ve adalet yoksa çatışma olur diyorsunuz, öyle mi?

Evet. Çatışma doğmamasının tek ihtimali vardır: Mağdur edilenin artık nefes alamaz hale gelip kendiliğinden hak talebinden vazgeçmesi. Kürtler hak talebinden vazgeçmeyecek, bir halk kimliğiyle, kültürüyle, diliyle kendisini geleceğe taşımak istiyor. Türkiye’de demokratik bir rejimde bunu temin etmek mümkündür. Bunun ayrılıkla falan hiçbir alakası yoktur. Kimse bölücülük edebiyatı yapmasın. Sayın başbakana tavsiyemiz - bu memlekette şimdiye kadar bölücülük korkusuyla bu toplumu yönetip, bu kadar çatışmayı bu kadar savaşı yaşattılar- sayın Başbakan bu politikadan vazgeçsin. Barışa ve çözüme bu kadar yaklaşmışken kimsenin bunu heba etmeye hakkı yok.


Anadilde eğitim seçim sonrasına bırakılsa, buna yaklaşımınız nasıl olur?

Yasal düzenlemeler belki zaman alabilir. Biz hükümetin en azından politik tutumunu görmek istiyoruz. Sayın Başbakan’ın söyleminde bu politik tutum yok. Çok açık “Olmaz, olmayacak” diyor. ¨Bu ayrılığa götürür¨ diyor. Tam da geçmişteki statükocu, tekçi devlet zihniyetinin yeni bir versiyonu.

Desin ki “Kürtçe de bir anadildir, kamusal bir haktır. Biz devlet olarak hazırlıklarımızı yapacağız. Peyderpey, bu süreci ilerleteceğiz.¨ Ama politik tutum bile yoksa biz neye güveneceğiz o zaman. Eski argümanlar, eski yaklaşımlar, eski söylemler. O zaman yeni olan ne?


BM yasasına bile karşı çıkıyorlar


Başbakan’ın “Üzerinde uzlaştığımız anayasa maddelerini geçirelim” önerisi var. Siz bu öneriye ne diyorsunuz?

Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda çok klişe maddeler üzerinde ortaklaşıldı. Haklar konusunda herhangi bir özgürlükçü tutum yok. Onun için AKP hükümetinin “Uzlaştığımız maddeleri geçirelim” önerisi samimiyse bunu anlamlı kılacak şey, gelecekte bütünlüklü olarak anayasa yapma ve o anayasada sorunlarımızı çözme konusunda umut ışığı veren bir yaklaşım sergilemesidir. Bunu sergilemediği sürece ¨Anlaştık 60 maddede, onu geçirelim¨ çok faydalı bir şey değil, bizde de çok karşılığı olan bir şey değil.


Mesela nelerin bu anayasa paketinde olması sizde umut ışığı doğurur?

Bakın, böyle birşey olabilir mi? Biz çocuk haklarıyla ilgili, BM çocuk hakları sözleşmesindeki maddenin aynısını alıp koyuyoruz, ne bir virgül fazla ne bir harf eksik. Koca dünyada çocuklara BM’nin tanıdığı hak neyse, Türkiye’de yaşayan çocukların hakları da o olsun, istiyoruz. “Her çocuk kendi dilinde ve kültürel çevresinde yaşama hakkına sahiptir” diyoruz. Buna bile karşı çıkıyorlar. Öyleyse biz şimdi bir paket geçirip seçimden sonra da Kürt sorununu çözen bir anayasa yapılacağına nasıl inanalım?


KCK’lılar cezaevindeyken çözüme kimse inanmaz


KCK’lıların serbest bırakılmasına dair beklentiniz nedir?

Paketi görmeden birşey diyemiyoruz. Hiçbir şekilde pazarlık konusu yapılmadan derhal bu siyasi soykırım yaklaşımından vazgeçilmelidir. Bu sürecin özü demokratik siyasetin önündeki engelleri kaldırmak, Kürt halkını demokratik yollarla mücadele edip “Haklarımı peyderpey ilerletebilirim” duygusunu yaşamasına fırsat sunmaktır. Eğer demokratik siyaset hakkını bu kadar darbesel bir yaklaşımla ortadan kaldırmışsan sekizon bin politik tutuklu yarattıysan bu süreci baştan sen kendin sabote ediyorsun. Demokratik siyasetin önündeki engelleri kaldırmak, süreci sabote etmekten vazgeçtiğinin en temel göstergesi olacaktır. Sadece politik faaliyetlerinden dolayı bu kadar insanı cezaevine koyup, bu tutumunda da herhangi bir esneme olmadan çözüm sürecine insanların inanmasını bekleyemezsin.


PKK affına karşılık Ergenekon affı olmaz


Hem Ergenekon, hem PKK’lıları kapsayacak genel bir af konusunda ne düşünüyorsunuz?

“Af” üzerinde tartışılacak bir kelime. Ortada binlerce faili meçhul, binlerce yakılmış köy var. Yaşamını yitirmiş 40 bin insan var. Kim kimi affedecek? Belki bir topluma katılım yasası olabilir. Böyle bir yasaya ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Çünkü PKK’nin de Türkiye’deki demokratik siyasete katılmasının yollarının açılması lazım. Öte yandan topluma katılım yasası aynı zamanda bunun toplumsal barışını da temin edersen anlamlıdır. Eğer birbirimizin haklarına saygılı yaşama konusunda diğer yapılması gerekenler yapılmış, bunun atmosferi oluşmuşsa ondan sonra o insanları cezaevinde tutmak bir yüktür zaten. Ona bir son vermek lazım. Ergenekon’la ilgili de böyle bir toplumsal atmosferin oluşması lazım.


Yakın mıyız böyle bir atmosfere?

Şu anda bir kutuplaşma var. Ergenekon davalarında ortaya çıkan sonuçlar üzerinden ulusalcı dalga yaratma yaklaşımı var. Ayrıca Ergenekon davalarında tutuklananlar AKP hükümetine karşı darbe girişiminden yargılandılar ama bu davada tutukluların çok büyük bir kısmı aynı zamanda geçmişteki derin devlet faaliyetlerin failiydi, Kürtlere karşı işlenen bu kadar suçun, Türkiye’nin batısındaki bir sürü komplonun suçlusuydu. Davada bu defterin kapağını açmadılar bile. AKP de buna yanaşmadı.


Bu, affa engel, diyorsunuz, öyle mi?

Evet, af tartışmasının önündeki en önemli engellerden birisi de bu. Bunların da açığa çıkması lazım. Arif Doğan “JİTEM’i ben kurdum, ben öldürdüm bu kadar insanı” diyor. Gel şimdi onu Ergenekon’da AKP’ye karşı bir darbe girişiminin faili olarak yargıla, “Ben darbelerle hesaplaştım affedeceğim” de. Binlerce faili meçhul cinayet ne olacak? O nedenle ben “PKK militanlarına da Ergenekon’a da af çıksın” yaklaşımını hem doğru ve adil bulmuyorum hem gerçekçi bulmuyorum.



Kürt Kongresi barışın muhatabı


Kürtlerin ve Türklerin stratejik ittifakı için Ulusal Kongre inanılmaz bir fırsat


Çözüm sürecinin gidişatına ilişkin BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak’la yaptığımızın söyleşiye kaldığımız yerden devam ediyoruz. Kışanak, dün yayımladığımız bölümde Başbakan Erdoğan’ın demokratikleşme paketiyle ilgili açıklamalarına yanıt vermişti. Bugünkü bölümde ise Kışanak’ın Kürt Ulusal Kongresi ve statü talebine ilişkin görüşlerinin yanısıra Gezi eylemleriyle ilgili çarpıcı yorumları var.


Gezi eylemlerini kimileri “Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından tarihi bir dönemeç” olarak görüyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

AKP hükümeti, “Biz Türkiye’nin zencisiydik, biz ötekiydik, bize zulüm yaptılar” diye diye iktidara geldi. Şimdi yüzde ellilik bir öteki yaratıyor. Bu ülkede insanlar, kendilerini ötekileştirilmiş, dışlanmış hissediyorsa, kendi düşüncelerinin hiçbir şekilde kaale alınmadığı, yönetim üzerinde etkileri olmadığı, yaşam alanlarının giderek sınırlandırıldığı, alışkanlıklarının değiştirilebileceği yönünde bir algıya sahiplerse, burada çok büyük bir problem var demektir. Bence, Gezi bu problemin patladığı noktaydı.


Peki, BDP neden mesafe koydu Gezi’ye?

Mesafe filan koymadı. BDP başından son ana kadar oradaydı. Hem politik söylemleriyle, hem fiili olarak oradaydı. Milletvekillerimiz Sabahat Tuncel, Ertuğrul Kürkçü, Sırrı Süreyya Önder...


Üçüncü günden sonra pek orada değillerdi... Partinizin Eşbaşkanı Demirtaş da “Sırrı Bey çekildi” dedi, mesafe koyduğunuz anlamına gelecek şeyler söyledi.

Galatasaray’dan Taksim’e çıkan ilk grup HDK’ydi. Bu BDP’nin çoğunlukla içinde olduğu ve Sabahat Tuncel’in de içinde olduğu bir yürüyüştü.


Ben size hatırlatmak zorundayım...

Bir dakika, şimdi... BDP Türkiye’nin demokratik refleksinin en önemli parçasıdır, itici gücüdür, hatta tetikleyenidir. Sayın Demirtaş’ın ve bizim söylediğimiz şey şudur; özellikle İstanbul dışında bazı merkezlerde, bazı küçük gruplar bazı heveslere kapıldılar. Oralarda ne yazık ki bu tür yaklaşım içinde olanlar Kürtleri dışladılar, parti binasına saldırdılar. Bizim sözümüz onlaraydı. Kürtlere linç girişimi yapacaksın, bir taraftan da “Ben Türkiye’de demokrasi istiyorum” diyeceksin. Bu akla ziyan bir şey. Kim buna inanır?


Ama “küçük gruplar” diyorsunuz...

Kastettiğimiz buydu. Bizim hiç bir zaman, Gezi’nin toplamına ve demokratik reflekse dair eleştiren mahkûm eden, kendimizi dışında tutan bir yaklaşımımız olmadı. Ama Ergenekon’a, darbeye sahip çıkan, Kürt karşıtı da olan ırkçı yaklaşımları da eleştireceğiz. Türkiye’de demokratik muhalefeti büyütmenin yolu bu gruplarla yolların ayrılmasıdır. Çünkü onlar aslında demokrasi istemiyor.


Ne istiyor?

Onlar, geçmişteki statükonun, tekçi zihniyetin devam etmesini, otoriter bir yönetimle toplumun bütün kesimleri üzerine baskı kurulmasını istiyorlar. Bu ayrışmanın kesinlikle yaşanması lazım. Bizim de Gezi vesilesiyle yapmak istediğimiz buydu, bu duvarı biz net koyuyoruz. Birileri bilerek bu grupları Türkiye demokrasi hareketine bulaştırmaya çalışıyor ki Türkiye demokrasi hareketi büyümesin.

Gezi olaylarında solcular, sosyalistler, liberaller, demokratlar Kürtler zarar görmüştür, herkes gözaltına alınmıştır ama o gruplara bir şey olmamıştır.


Neden?

Çünkü muhalefetin o gruplarla özdeş gibi gösterilmesi devletin, iktidarın, işine geliyor. Böylece bütün muhalefeti darbeci ilan etme şansını yakalıyorlar. Demokratik muhalefetin içine birtakım derin devlet bağlantılı şeyleri sokabilirsen, demokratik muhalefetin meşruiyetini zedelersin. En nihayetinde böyle oldu. Bu tekçi zihniyetin temsilcisi, geçmişteki derin devlet bağlantılı gruplar bu demokratik muhalefetin gücünü, meşruiyetini zedelemek için kendilerini sahaya sürdüler.


“Devlet de el altından onları destekledi ya da onlara göz yumdu” mu diyorsunuz?


Yapmıştır mutlaka. Çünkü onlar hiç gözaltına alınmadı. Herkesi gözaltına aldılar onları almadılar.


Çok tutuklananlar oldu onlardan da...

Sonradan tam da eleştiriler olunca göze batmasın diye aldılar, ama bıraktılar sonra.


Ulusal Kongre inanılmaz fırsat

KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık, Türkiye’deki çözüm sürecinde sıkıntılar olursa, Kürt Ulusal Kongresi’nin devreye girebileceğini söyledi. Kongre yeni bir muhatap mı, işleyiş nasıl olacak?

Şimdiye kadar buradaki süreçle ilgili bir sorun çıktığında biz de hükümet de KDP’ye YNK’ye gidiyorduk. Onlar da devreye girmeye çalışıyordu. Şimdi tek tek partileri muhatap almak yerine, bütün Kürt örgütlerinin koordinasyonundan oluşan bu komite devreye girecek. Böylece iş daha kolaylaşmış olacak, daha koordineli halde yürütülecek. Çözüm sürecinde bir tıkanıklık olduğunda Kürtlerin ortak aklı ve vicdanı müdahil olmuş olacak.


Ulusal Kongre’yle ilgili Türkiye Kürt hareketinin beklentisi nedir?

Şimdiye kadar farklı bölge ülkeleri kendi içlerindeki Kürt sorununu çözmek için, başka ülkelerdeki Kürtlerle farklı ilişkiler geliştirdiler. Şimdi Kürtler ¨Farklı ülkelerde yaşıyoruz ama farklı devletlerin siyasi sınırları içerisinde yaşayan Kürtlerin temel hak ve özgürlüklerinin temini için mücadele ediyoruz. O zaman birbirimize destek olmalıyız¨ diyen bir ulusal yaklaşım sergiliyorlar. Ben bunun Türkiye’deki Kürt sorununun çözümüne çok büyük katkısı olacağını düşünüyorum çünkü Türkiye’nin Güney Kürdistan Bölgesel Kürt yönetimiyle hem ticari hem siyasi çok yoğun ilişkileri var. Bunun şimdiye kadar buradaki Kürt sorununun çözülmesine çok düzenli şekilde katkı sunmasının önü açık değildi. Türkiye’nin de bu kongreye pozitif yaklaşması lazım.


Neden?

Kürtler 20’nci yüzyılın başında siyasal aktör olmaktan çıkartılmaya çalışıldı, bölündüler, parçalandılar. Ama 100 yıl boyunca sürdürülen mücadeleler sonucunda bugün Kürtler yeniden tarih sahnesine çıktılar ve bir aktörler. “Bunu artık geriye çevirmek mümkün değil. Stratejik işbirliği yaparak kendimizi geleceğe nasıl taşıyabiliriz” doğru akıl bu. Devletin de böyle yaklaşması lazım. Devlete Kürtlerle ittifak ilişkisi kurmak için inanılmaz bir fırsat sunacak bu kongre.



Eğitim kaosuna çare yerelde

BDP milletvekili Pervin Buldan geçtiğimiz günlerde “Geçmiş olsun AKP’ye” deyip Kürtlerin Suriye’de elde ettiği statüyü Türkiye’de de elde edeceğini söyledi. Tam olarak nedir o statü?

“Statü” kelimesi, Türkiye’de yeterince tartışılmadı, tartışılmıyor. Kimisi “Kürtler bağımsızlık istiyor” diye, kimisi “Kürtler ayrılacak” diye yorumluyor. Kürtler de diyor ki “Biz bir halkız, artık bunu kabul edin.” Hepsi bu kadar.


“Biz halkız” demenin somut karşılığı nedir?

Anayasanın iki formu var. Birisi bütün etnik kimliklerden arındırılması, ikincisi etnik kimliğe vurgu yapılacaksa diğer etnik kimliklere de vurgu yapılması. “Statü”nün karşılığı nedir diye soruyorsanız Kürtler diyor ki: “Ya anayasada Türk de yazmasın, ya da Türk yazıyorsa Kürt de yazsın.”


İdari sistemde bunun bir karşılığı var mı?

İdari sistem Kürtlerin bir halk olarak tanınmasının ötesinde bir durum. Türkiye’de Kürtler yaşamasıydı, sadece Türkler yaşasaydı da idari sistem bu kadar katı merkeziyetçi bir yönetimle sürdürülebilir değildir. Mesela eğitim sistemi tam bir kaosa dönmüş, milyonlarca öğrenci bir bakanın insafına terk edilmiştir. Verin eğitim konusunda yetkileri yerel yönetimlere, yerelde her bölge daha az sayıda öğrenciyle uğraşacağı için, onların beklentilerini, kendi ihtiyaçlarını görerek daha iyi bir eğitim planlaması yapabilir. Özerkliklerin, bölge yönetimlerinin Kürt sorunuyla doğrudan bir alâkası yok. Sadece ve sadece Kürt sorununun çözümünü kolaylaştıran bir şey olabilir.


Nasıl kolaylaştırır?

Mesela anadilde eğitim meselesi. Merkezi olarak çözemiyoruz. Türkler Kürtlerin anadilde eğitim görmesine karşıymış. Tamam kardeşim karşı olsunlar. Eğitim sistemi yetkilerini, yerel yönetime verelim. O bölgede talep varsa karşılansın, yoksa karşılanmasın. Bu kadar kolay çözülür. Böylece Batıdakiler, “Vay efendim, niye doğudakiler Kürtçe eğitim yapıyor” diye dert etmez.


http://www.taraf.com.tr/haber/ergenekon-a-karsi-pkk-affi-olmaz.htm
http://www.taraf.com.tr/haber/kurt-kongresi-barisin-muhatabi.htm

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder