12 Kasım 2013 Salı

Baskıya çare: Ya başka şehir ya başka ülke




Zeynep Miraç*


Kurosawa’nın Raşomon filmini bilirsiniz. Yaşanmış bir olaydan bahsedilir ama kaç tanık varsa her biri kendi gerçeğini anlatır. Başbakan’ın “Kızlı erkekli müstakil evde kalıyorlar” sözünün ardından sokaklarını arşınladığımız Denizli’de zihnimde hep Raşomon dönüyor. Başbakan Erdoğan neden Denizli’yi işaret etti? Burada neler oluyor? Öğrenciler ne diyor? Bu soruları sordukça herkesin kendi gerçeği çıktı karşımıza... 


Kürt meselesi, cemaat yapılanması, polis baskısı, artan muhafazakârlık... Türkiye’nin açık yaralarının her biri Denizli’de kanıyor. Durum tespitiyle başlayalım: Evet, Denizli’de ‘kızlı erkekli’ aynı evde kalanlar var. Kızlarla erkeklerin aynı binada yaşadığı apartlar da var. Üniversiteye yakın sokaklar, kiralık ilanlarıyla dolu. Apartların fiyatları 1200 TL’ye kadar çıkıyor. Tercih edilme sebebi eşyalı ve daha lüks olmaları. Gelin görün ki, o farklı gerçeğin insanları söz birliği etmişçesine aynı cümleyi telaffuz ediyorlar: Başbakan’ın uyarısından önce kızlarla erkeklerin aynı evde yaşaması Denizli’de sorun değildi. Ama şimdi halk Başbakan’ın sözlerine onay vermekle mükellef hissediyor kendini. “Evet”, diyorlar, “Ne kadar iyi etti de söyledi”. Telefon ve bilgisayar satan bir dükkâna giriyorum. Kasanın sağında Atatürk fotoğrafı, onun yanında Ayet-el Kürsi, diğer yanda Muhsin Yazıcıoğlu’nun sözleri. Dükkânın sahibi “Çok iyi oldu” diyor; “Yapımıza ters işler bunlar.”

Raşomon’umuza Kürt öğrencilerle başlıyoruz. Onlar bu sözlerin aslında kendilerine yönelik olduğundan eminler. Onlara yapılan baskının, toplum tarafından da onay görecek bir gerekçesi bu. Sosyoloji bölümünde okuyan Hamit’e göre Başbakan’ın Denizli’yi işaret etmesi tesadüf değil. Burada Kürt siyasetinde aktif olan öğrencilerin evine bir süredir baskınlar yapılıyor zaten. Varto’dan beş yıl önce buraya gelen Baran, kendi evine bir gün içinde beş baskın yapıldığını anlatıyor. Gerekçe ne? “Ellerinde savcılık imzalı boş bir kâğıtla geliyorlar. Kapıda dolduruyorlar arama emrini. Bazen ‘evde kadın varmış’ diyorlar, bazen de aranan birinin peşinde olduklarını söylüyorlar... Kitapları dağıtıp bize hakaret edip gidiyorlar.” 2012 Kasımı’nda gerçekleşen açlık grevine destek vermek amacıyla kampüste basın açıklaması yapan öğrencilerden 91’i gözaltına alınmış. Eylem sonrasında da evlere baskınlar artmış. Baran’a göre şimdi farklı bir yolla evlere girmek istiyorlar. Denizli 1990’ların sonunda, özellikle de köy boşaltmaların yoğun olduğu dönemde Doğu’dan çok göç almış. Bugün Kürtler çoğunlukla inşaat ve tekstil sektöründe çalışıyor. Öğrenciler de harçlıklarını çıkarmak için kampüsteki inşaatta çalışıyorlar. Hamit “Bak” diyor”, “Şu karşıda gördüğün duvarı ben ördüm”. Baran “Burada Kürtleri sevmezler” diyor; “Ev aradığımızda hemen ‘Kürt müsünüz?’ diye soruyorlar. Ya evi vermiyorlar ya da iki misli fiyat çekiyorlar”. Emniyet Müdürü’nün “Burayı Kürtlerden temizleyeceğim” dediğine inanıyorlar. Başbakan’ın ahlaka işaret eden sözlerinin de dindar Kürt aileleri hedeflediğini düşünüyorlar. “Kürtlerin çoğu dindardır, bu şekilde çocuklarını okuldan alırlar diye umuyorlar” cümlesini kuruyorlar. “Ayrıca Gülen cemaati de burada güçlü. Güvenli evlerin onlarınkiler olduğuna dair de bir algı yaratılıyor” diyor Mehmet; “Buraya bir Kürt öğrenci geldiğinde cemaatten önce onunla iletişime geçmeye çalışırız ama bazen yetişemiyoruz” diye gülüyor. Hamit, Pamukkale Üniversitesi’ni kazandığını öğrendiği gün bir telefon gelmiş, “Biz Hizmet hareketindeniz” demişler. “Kalacak yerin yoktur, yardımcı olmaya hazırız”. Kabul etmemiş. “Sonra” diyor, “Buraya geldim. Daha bir ayağımı yere attım, bir ayağım otobüste, yine biri çıktı karşıma. Kalacak yerin var mı diye sordu”. Sait bu teklifi kabul edenlerden. O da Kürt, Vanlı. Devlet yurdunda kalmak istemeyince, cemaat yurduna gitmiş. Evde rafların Fethullah Gülen kitaplarıyla dolu olduğunu, her gün sohbet edilip bu kitapların okunduğunu söylüyor. Tıpkı beş vakit namaz mecburiyeti gibi, bu görev de tavsıyormuş.

Kürt öğrencilerin tedirgin oldukları asıl konu, sivil polisler... Her gün yollarını kesip kimlik sorduklarını söylüyorlar. Mehmet, “Adımla hitap ediyor ama yine de kimlik soruyor. Her gün GBT almazlarsa rahat etmiyorlar” diyor. İddia ettiklerine göre bu yıl bir de ajanlaştırma politikası başlamış üniversitede.Van’dan bu yıl gelen Abdülkerim bunu bizzat yaşadığını anlatıyor: “Eylülde kayıta geldiğimde kayıt masasında bir adam yanıma yaklaştı, ‘Ben burada güvenlik görevlisiyim. Sana yardımcı olayım’ dedi. Yurt kaydı yapacak param yoktu, verdi. Borcumu ödemek için hesap numarası istedim, ‘Boş ver’ dedi. Okul başladığında yine karşılaştık, yemek bursumu ayarlayacağını söyledi. Bir gün iki kişi geldiler, ellerinde bir fotoğraf. Diğer Kürt arkadaşlarla beraberken çekilmiş. Dediler ki, ‘Niye bunlarla görüştüğünü haber vermedin? Adım attığın yeri bize söyle ki başın yanmasın. Gittiğin yeri söyle, ne konuşuyorlar anlat. İster para, ister vize, ister final, rahat edersin’. Ben de tepki verdim. Yine geldiler; ‘Seni birkaç kere uyarırız. Baktık durmuyorsun seni de yakarız, aileni de’ dediler. Ailemi de aramışlar, ‘Oğlunuz yanlış yolda’ demişler; ‘Bok yoluna gidecek, içeri tıkacağız’. Şimdi burada konuşurken karşıdan görüyorum onları. Öyle...” Öğrenciler üniversitenin tavrının kendilerinden çok devletten yana olduğuna inanıyorlar. Bu arada Başbakan’ın sözlerine cevaben bir klip hazırlayan, üniversitenin düşünce kulübü üyeleri rektörlüğe çağrıldılar. Sözlü tebligatla faaliyetlerine son verildiği söylendi. Başta yazdığımı tekrarlayayım. Türkiye’de ne dert varsa, hepsi Denizli’de aynıyle vaki. Ülkenin maketini hazırlayalım desek, ortaya Denizli çıkar. Buradaki çatışmalar, ülkenin çatışmaları… Muhafazakârlık güçlenecek mi? Cemaat yapılanması etki alanını arttıracak mı? Kürtler asimilasyona direnecek mi? Polis ceberutluğa devam edecek mi? Gözünü, kulağını mahreme diken devlet istediğini alacak mı? Ne kadar soru varsa sorulacak, hepsi burada… Buradan cevap anahtarıyla çıkan, bütün sınavlardan geçer.

Kantinleri dolaşıyoruz birer birer. İzmirli Yasemin kızgın bir dil tutturuyor: “Nasıl tespit ettiler ki gayri meşru hayat dediklerini? Çok bağnaz bir düşünce. Ben İzmirliyim, burası zaten bana muhafazakâr geliyor. Ama çok sıkıntı çektim desem de yalan olur. Son ikiüç yılda epey gelişti. Sevgilim olmayan bir erkek arkadaşımla kalıyorum. 10 yıllık arkadaşım. Sırf kız olsun diye tanımadığım, güvenmediğim biriyle mi kalayım? Bu yüzden epey ev kaçırdım ama... Şimdi dindar bir ev sahibimiz var; bana ‘Kızım burası senin evin, rahat et’ diyor. Bu politikalara devam ederlerse bizi rahat ettirmezler”.

Emniyetle arası iyi olmayanlar yalnızca Kürt öğrenciler değil. Polise güvensizlik Gezi olaylarında yaşananlardan sonra daha da artmış. Oysa Denizli’de o dönem sakin geçmiş. Çınar Meydanı’nda çadırlarda kalan gençlere polis dokunmamış. Gelin görün ki İstanbul ve Ankara’da yaşananların yarattığı tedirginlik buraya kadar aksetmiş. Kimi “Yarın öbür gün polis eve gelse kolumu kırar, kimse de bir şey diyemez” diyor, kimi de “Kadınsan polisten, jandarmadan korkuyorsun. O kadar çok tecavüz hikâyesi duyuyoruz ki” diyor. Bir de polise olan güvensizliğini belli cümlelerle pekiştirenler var. Hasan ve Ali’nin yaşadığı ev, geçen hafta silahlı saldırıya uğradıktan sonra eve gelen polisin cümlesi gibi: “Kim bilir ne yaptınız da hak ettiniz”.

Buranın yerlisi olan Batu, Denizli’de Kürtlerle ilgili olumsuz görüşler olduğunu destekliyor. Van depremi sırasında okuduğu lisenin Van’dan gelen öğrencileri geri gönderdiğini anlatıyor. Büşra da yurda ilk geldiği günü unutmuyor: “Oda arkadaşım Denizliliydi. Daha ismimi sormadan lafa girdi: Mardinliymişsin. Orada Türkler, Araplar var; nasıl barınıyorsunuz? Dikkat et, buradakilerin Türklük damarı kuvvetlidir, seni yaşatmazlar”. Sivaslı Şahin’e göre de Denizli kendinden olmayanı değil, kendine uymayanı sevmeyen bir şehir. Bir kız, bir de erkek arkadaşıyla birlikte yaşıyor. Şule Ermeni kökenli bir Hemşinli, Deniz Mardinli. Kız-erkek ne kelime; Türk, Kürt, Ermeni mutlu mesut yaşıyorlar. Ev sahibi biliyor, itirazı da yok. “Gürültü etmeyin yeter” diyor. Şahin; Kürtlerin şikâyetlerini abartılı buluyor. Ona göre Kürtlerin hepsine değil, örgütlü olanlara baskı var. Onun dikkatini çeken Cemaat’in etkisi. “Belki de Cemaat yurtlarını arttırmak için söylemiştir bunu Başbakan” diyor. Bir de notu var: “Lütfen yazın, hükümet eğer kendini evin içine girmeye yetkin görüyorsa kira fiyatlarını da düşürsün. Bu evin kirası 450 TL, memlekette ailemle yaşadığım evinki 350 TL.

Dedim ya, herkes kendi gerçeğiyle okuyor olan biteni. Ayşegül Antalyalı, burada erkek arkadaşıyla yaşıyor. “Denizli çok muhafazakâr” diyor, “Gerçi neresi değil ki... Burada da tabanını güçlendirmek için Başbakan bunu söyledi”. Onun erkek arkadaşıyla yaşadığından ailesinin haberi yok ama ev sahibinin var. Başlarda mırın kırın eden ev sahibi, başka kiracı bulamayınca razı gelmiş. Bugüne kadar ne komşulardan ne de esnaftan herhangi bir şikâyet ya da eleştiri almış. “Bu yüzden de Başbakan’ın cümlesine anlam veremedim. Çok da umursamıyorum aslında”. Umursamadığını söylese de fotoğrafının çekilmesini katiyen istemiyor. Kendisini deşifre etmek istemediğini söylüyor. Deşifre edilmek, sadece Ayşegül’den değil pek çok öğrenciden duyduğumuz iki sözcük. Fikirlerini söylemenin, itiraz etmenin, hayatlarını ortaya sermenin onlara ödeteceği bedellerden korkuyorlar. Çoğu kendilerine yakın bir siyasi parti olmadığını söylüyor. Haliyle memnuniyetsizliklerini aktaracak bir mekanizma da yok onlara göre... Henüz hiçbiri oy vermemiş. İlk oyları ise boşa atılacak. “Benim oyum neye yarar?” cümlesi var hep dillerinde. Ya gelecek hayalleri? Aralarında Denizli’de kalmayı planlayan yok. Akademik kariyer yapmak isteyenler bile kendilerini güvencede hissetmiyor. Hükümetin uygulamalarıyla ilerde bir gün kapana kısılacaklarından korkuyorlar. Geleceğini bırakın bu şehirde, bu ülkede bile göremeyenler de var. Baskı, en çok kullandıkları sözcük belki de... Baskıdan kurtulmak için bir başka ülkede başka bir hayata başlamaya hazırlar. Aralarında Başbakan’ın sözlerini onaylayan yok mu diyeceksiniz. Çok ama çok az. Belki de kuru bir önyargıyla Başbakan’la benzer değerlere sahip olduğunu düşündüğümüz başörtülü öğrencilerin de itirazı var. “Ben duyunca çok utandım, çok ayıp. Kadın olarak da ayrıca rencide edici buluyorum. Herkesin kendi özel hayatı”. Bunu söyleyen Zehra 22 yaşında. Makine mühendisliği okuyor. Bu gündemin kendi hayatını kısıtlamasından da endişeli, çünkü ailesi arayıp “Sakın erkek arkadaşlarının evlerine gitme” diye uyarmışlar. “Ne var ki bunda” diyor, “Birbirimize gidip geliyoruz hepi topu. Ama durum değişti işte. Çevremden de duyuyorum, aile baskısı başladı.” “Başörtülüyüm ama Ak Parti’yi desteklemiyorum” diye de ekliyor. “Bir din bu kadar siyasete alet edilemez. Meclis’e başörtülülerin girmesine elbette sevindim ama özgürlük anlayışımız ancak bu kadar işte”.


* Hürriyet


http://fotogaleri.hurriyet.com.tr/galeridetay/75340/2/1/baskiya-care-ya-baska-sehir-ya-baska-ulke

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder