4 Kasım 2013 Pazartesi

Halkın gözü inşada



Sedat Yılmaz - Gülşen Çelik*



Siyasal ve Sosyal Araştırma Merkezi (SAMER) tarafından 2013 yılı Ekim ayında Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı 2 bölgedeki 22 il kent merkezinde, hükümetin açıkladığı ‘Demokrasi Paketi’ sonrasında algı ve beklentileri tespit etmek amacıyla 2’ncisi yapılan araştırmada, Türkiye’nin en önemli olayının Kürt sorunu olduğu ve halkın sorunun çözümüne ilişkin gidişattan endişe duyduğu vurgulanıyor. Hükümetin çözüme ilişkin somut projelerinin olduğunu düşünme oranının yüzde 53.8’den yüzde 32.2’ye düştüğü, yüzde 76.5’inin özel okullarda anadilde eğitime karşı olduğu, yeni bir ‘Demokrasi Paketi’nde Kürtlerin statüsünün tanınmasını isteyenlerin oranı ise yüzde 74’ü buluyor. Araştırma, Kürt sorununun çözümünde en önemli aktörün Öcalan olduğu ve halkın büyük bir kısmının devletten çok Kürt Özgürlük Hareketi’ne güvendiğini ortaya koymakta. Bu sonuçlardan yola çıkarak Boğaziçi Üniversitesi öğretim görevlilerinden Nazan Üstündağ, Bülent Küçük ve Şerif Derince ile Kürt toplumundaki beklenti ve algıları değerlendirdik. Yaptığımız yuvarlak masada halk ile KCK’nin bir uyum içinde olduğu fikri ortaklaştı.




SAMER’in yaptığı son araştırmaya bakılırsa Kürt toplumunda sorunun çözümüne ilişkin beklentide çok ciddi bir düşüş var. Kürtlerde güvensizlik derinleşiyor mu?

Küçük: Örgütün silahlı güçlerinin “Newroz açıklaması”na olan desteği unutmamak lazım. Bu yüzden barış sürecinde devletten çok harekete olan güven var. Süreçle ilgili hükümetin yasal mevzuattaki değişiklikleri yapmaması ve hareketin bu meseleden uzaklaşıyor olması toplumsal algıyı da düşürmüş.


Ankette anadilde eğitim üzerine ortaya çıkan sonuçlar önemli. Öyle görülüyor ki Kürtler bir bütün olarak, bunu yoksulluk meselesinden çok siyasal bir mesele olarak görüyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Derince: Yoksullukla olan kısmı siyasal eşitsizlikle olan kısmından çok da farklı değil. Anadilin ötekileştirilmesi, yok sayılması, çok az da olsa hiyerarşinin dibinde bir yer gösterilmesi zaten Kürtlerin siyasal olarak o eşitsizliklerin mikro yansıması olarak da okunabilir. Kürtlerin talebi sadece kamu eğitimi de değil, aynı zamanda eğitimin içeriğinin belirlenmesinde belirleyici olmak istiyor.


Araştırmayı makro düzeyde ele alırsak nasıl okuyorsunuz?

Üstündağ: Araştırmadan anladığımız şey, halk büyük bir oranda KCK’nin argümanları, beyanatları ve hissiyatıyla kendisini tanımlıyor. Ne zamanki Kürt Halk Önderi barışa dair pozitif şeyler söylüyor, (Newroz’daki gibi) halkın içindeki barışa olan ilgi ve inanç çoğalıyor. Ne zamanki KCK ve Kürt Halk Önderi bu konuda daha temkinli davranıyor, halk da aynı duyguyla davranıyor. SAMER’in araştırmalarından genel olarak çıkarılacak sonuç; Bölge gözünü, kulağını Kürt Özgürlük Hareketi’nin duygusuna kilitlemiş. Devlet ne şekilde bu sorunu çözmeye çalışırsa çalışsın, bunun halktan ve özgürlük hareketinden bağımsız bir yansıması olmayacak. Özgürlük hareketinin bu meseleye bakışıyla, halkın bakışı organik bir uyum içerinde.

Küçük: Sonuçlar aslında KCK ve Kürt hareketinin taleplerinin nasıl toplumsallaştığını gösteriyor. Bu taleplerin toplumsal zeminde nasıl bir karşılık bulduğunu sadece taleplerin değil, aynı zamanda hissiyatın, söyleminin toplumsal zeminde nasıl geniş bir karşılık bulduğunu gösteriyor. Örneğin anadilde eğitim, özerklik talebi, halkın ne kadar toplumsallaştığını gösteren ve hareketin açıklamalarına bağlı olarak bu beklentilerin nasıl düştüğünü veya yükseldiğini görüyoruz.

Derince: Aslında hükümetin Kürtçe üzerinden kurduğu söylemin ve yaptığı ufak tefek şeylerin hepsini yan yana düşündüğümüzde bu toplumsallaşmanın nasıl parçalanabileceğine dair bir uğraşı olduğunu görürüz. Sürekli, “biraz bekleyin, bu meselede bir şeyler yapmak istiyoruz. Bize güvenin. Biz diğer partilerden farklıyız.” demeye çalışsalar da halkta karşılığı yok.


Sonuçlara bakarsak halk ile KCK’nin talepleri örtüşüyor...

Küçük: Barışın, taleplerin, beklentilerin, hissiyatın toplumsallaşması, ortaklaşması müşterek bir talep olarak ortaya çıkıyor. Örgüt denilen o siyasal zemin ile toplumsal zeminin nasıl birbirleriyle karşılık bulduğunu gösteriyor. Yüzde 70 çok yüksek bir rakam. Aslında Kürdistan coğrafyasında BDP’nin aldığı oy oranının üstünde de bir rakam çıkıyor karşımıza. Dolayısıyla BDP’ye oy vermeyenler de anadilde eğitimi talep olarak sıralıyor ve Kürdistan için statü talebinde bulunuyor. AKP’nin tabanında olan kesimle, Kürt Özgürlük Hareketi’ni destekleyen kesimin istekleri müşterek. Muhatap olarak Öcalan’ı görüyor, devletin vaatleri, söylemleri, propagandası, manipülasyonu vb. bütün argümanları karşılık bulmuyor.

Üstündağ: Yani AKP’nin yapmaya çalıştığı şey Bölge’de artık yürümüyor, nokta. AKP’nin Kürtlerin taleplerini belli pazarlıklara indirgeyip, bu pazarlıklar çerçevesinde birini verip, birini vermemesinin toplumsal bir karşılığı yok. Toplumun cevabı açık:, KCK buna ne diyecek, hayır diyorsa hayırdır. Evet diyorsa evettir.

Derince: Türk kamuoyunun gözünde Kürtlere dair sanki bir parçalanmışlık vardı ama özellikle BDP’nin Meclis’te olması, televizyonlarda, gazetelerde görünüyor olması, KCK sistemi, Öcalan, halk, bütün örgütleriyle ne yaptığını bilen, ne istediğini bilen bütün bir hareket olarak artık Türk kamuoyu da görmeye başladı.


Ankete, halkın yüzde 70’i KCK’yi destekler nitelikte sonuçlar çıkıyor ama aynı halkın yüzde 31’i hareketin üzerine düşeni yapmadığına inanıyor. Bu bir çelişki mi?

Üstündağ: Bu sonuç Kürt halkı ile ilgili çok da önemli bir bilgi veriyor bize.  Kürt halkının eleştirel ve politik düzeyi ile bağlantılı. KCK’yi muhatap olarak kabul ediyor, gözü kulağı KCK’de ama Kürt Özgürlük Hareketi’nin aynı zamanda üstüne düşeni yerine getirmediğini söylüyor. Kürt toplumu politik anlamda gelişmiş olan bir topluluk ve aynı zamanda kendi hareketini eleştirmesini bilen bir toplum olma özelliği var. Demokratik olgunluk açısından ve Türkiye tarafına ve AKP’ye verilecek mesaj acısından bu da çok önemli. Kürt halkı kendi hareketi ile eleştirel mekanizmalarını kurmuş kendi hareketini de eleştirel bir şekilde takip ediyor. Bu takip parçalanmaya sebep olmuyor ve taleplerinden vazgeçmeye neden olmuyor. Ama hareketi sürekli uyanık tutan, sürekli ileriye iten, sürekli iyiye doğru iten bir duruş. İkincisi inşa meselesi ile ilgili. Yani hükümetten bir şey beklemenin ötesinde inşa sürecinin başlamasını istiyor.


İnşa sürecini sayın Öcalan da son görüşmesinde belirtti. Peki yapılmayan nedir ya da ne yapılmalı?

Derince: Halk bir sinyal veriyor. Hareketin arkasında, destek veriyor ama bazı şeylerin yerine getirilmediğini söylüyor. Bir kere insanlar kendilerine güveniyorlar, bazı şeylerin yapılabileceğine dair inançları var. Siyasi mücadelesinin sonunda güven gelmiş ve artık bir şeyler yapabilirim noktasında. Sahip olduğu tüm belediyelerle, milletvekilleriyle, görünürlükleriyle, medyasıyla, sivil toplum kuruluşlarıyla, kadın hareketiyle, tüm örgütleriyle, yapabileceği birçok şeyin olduğunu fakat bu yapılabileceklerin gerisinde olduğuna dair bir şey söylüyor bize. Öcalan’ın söyledikleri ile halkın söyledikleri arasında örtüşen bir durum söz konusu. Öcalan da bunu görüyor ve söylüyor.

Küçük: Devletin yapması gereken şeyler var. Kürt Özgürlük Hareketi’nin yapması gereken şeyler var. Devletin yapması gereken şeyler; yasal ve anayasal düzenlemelerdi. Kürt hareketinin yapması gereken şeyler de; bir biriyle bağlantılı olarak ekonomik ve sosyal politikalara bağlı olarak bu alanlarda somut emsal projeler oluşturarak, insanların gündelik hayatta yaşadıkları, mecbur bırakılan yoksunluklara çözüm bulmaktır. Devletin, orta sınıfın geliştirilmesi için kimi bütçe ve finansman sağlayarak oraya büyük yatırımlar yaparak, coğrafyayı, emeği kolonize etmesi; hali hazırda piyasadaki ekonomiye kazandırılmamış insan gücü varsa, yerel kaynakları varsa, doğanın sömürülmemiş parçaları varsa bunların tamamıyla piyasalaştırılması üzerinden bir politikası var. Anadildeki eğitimin özel okullara devredilmesi de bunu gösteriyor. Devlet bunu yapmak istiyor. Kürt hareketinin yapması gereken şey de biraz Öcalan’ın söylediği şeye paralel olarak; sahiden kapitalizmin bu açgözlü yatırım üzerinden kendisini sahaya sokan her tarafı piyasalaştıran alternatif olabilecek doğa ile arkadaş, ekolojik projeler üreterek, daha müşterek projeler üzerinden yapması gereken şeyler var. Türkiye’nin batısına ve dünyanın başka yerlerinde uygulanan belediyecilik hizmetlerinden farklı olarak özerklik etrafında kendisini kurmuş, alternatif belediyecilik nasıl olurla ilgili enerjisini ve bütçesini mobilize etmesi lazım. Doğrudan meclislerden ortaya çıkan ihtiyaçlar ve talepler üzerinden halkın süreçlere dahil edilmesi ve o taleplerin projelendirilmesi lazım. İnşa etmek, icra etmek, devletsiz alanda farklı radikal demokratik projeler üzerinden politik ekonomik perspektif önemli ve zor. Öcalan’ın yeni paradigması, total devrim yerine çok daha zamana yayılmış, sabırla örülmesi, sürekli inşa edilmesi gereken bir şeydir.

Derince: Halk anadil konusunda devleti beklemeden bir şeylerin yapılmasını talep ediyor.

Üstündağ: Aslında HDP’yi bu yüzden önemsiyoruz. Yani Türkiye devleti ile Kürt Özgürlük Hareketi uzun zamandan beri bir diyalog sürdürüyor ama bu diyalog yeterli değil. Daha iyisini biz kendimiz yapabiliriz. Devlete ihtiyacımız yok, bizim biz siyasi anlamda Kürtler, Türkler, kadınlar... Kendi aramızda müzakere edebiliriz. Doğrularımızı bulabilir, ortak ideallerde buluşabiliriz. Bunun için müzakere alanını HDP ile kurduk. Kürt Özgürlük Hareketi’nin, önderliğinin öncülüğündeki hamleler artık Kürdistan’ı sarıyor. Bu zaten devlet için korkutucu. Asıl devleti zorlayacak bu tür devletsiz alanlardır.


Silahlı çatışma endişesi toplumda hakim. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

Küçük: Bir kere Kürtler savaşı baştan itibaren istemiyor. Dışlanan kimlikler hiçbir zaman savaşı istemez. Bilindiği gibi Kürtler savaşmak zorunda bırakıldığı için savaşıyor. Endişemiz coğrafya ile hapsedilmiş olan “sınırlı” savaşın Türkiye’nin bütün coğrafyasına yaygınlaşması ve sadece örgüt ile devlet arasında olan bir savaştan çok toplumsal zemine yayılacak bir savaş. O zaman gerçekten geri dönülemez bir sürecin başlangıcı olur. Tamamıyla bir kopuş anlamına gelebilir.

Üstündağ: ‘99 ve sonraki süreci düşünürsek, barışa, silahsızlığa kimler yatırım yaptı? O dönemde en fazla orta sınıflar silahsızlanmaya, sivil hayata yatırım yaptı. AB mitolojisi vardı, bir zenginleşme mitolojisi vardı, şu vardı bu vardı. Ve 2006 Diyarbakır ayaklanması tam da bu yatırıma karşı yapıldı. Bu dönemde ise, barışa yatırım yapanlar, Kürt Özgürlük Hareketi’nin ana kadroları, Türkiye sosyalist hareketleri ve Gezi süreciyle birlikte Türkiye’deki demokratik hareketlerdir. Önceki süreçte orta sınıf, çıkar çevreleri barışa yatırım yapmışken, şuanda ezilen halklar barışta ne yapacağımıza dair ciddi bilgi, ilişki ve organik birliktelikler gerçekleştiriyorduk. Bundan dolayı ezilen halkların kolay kolay çatışmaya yanaşmayacağını düşünüyorum. Tam tersine devleti çatışmasızlığa mahkum eden, devleti çatışmasızlığa mecbur eden siyasetleri geliştireceğini düşünüyorum ve umutluyum.


HDP’yi de hesaba katarak önümüzdeki seçimleri nasıl bekliyorsunuz?

Üstündağ: Yerel seçimlerden çok genel seçimlere yansıyacağını düşünüyorum. Bu iş bir senelik, iki senelik bir iş değil, uzun bir süre gerektiriyor. Asıl çatışma çıksa o çatışmanın sonucunda ne olacağını, Türkiye’deki tepkinin ne şekilde gideceğini, şuanda AKP’ye karşı olan damar milliyetçileşecek mi, milliyetçileşmiş bu damarla biz ne yapacağız, bütün bunlar ucu açık şeyler. Ama konjonktür, tarih Türkiye’de yeni ve geniş cepheli bir muhalefetin açılmasına imkan sağlıyor çünkü; dünyada artık bu hareketler yükselişe geçti. Dünyada 90’lar ulus devlet sınırlarına dayandı, 2010’ların sonlarında da neo liberalizmin sınırlarına dayandı. Bunun arkasında halklar yeni bir şey çıkarır, devletler de buna cevap verir. Şuan o kaos ortamında yaşıyoruz.  Halklar yeni şeyler yaratıyor, devletler çeşitli şekilde bunlara cevap veriyor. Bu dengenin kimin lehine ne ölçüde sonuçlanacağı da yerel değil küresel bir mesele. Ondan bu küreseli çok iyi takip etmek lazım, küresel ile çok iyi ittifaklar içinde olmak lazım ve küresel halk hareketlerinin içerisinde kendimizi görerek, ilmek ilmek örmek zorundayız. Çok önemli tarihsel bir dönemeçten geçiyoruz.


AKP ile Hizbullah arasında yeni flörtlere tanık oluyoruz. Kürtlerin Türkiye halklarıyla kurmaya çalıştığı projeye karşı AKP de, denenmiş ittifakları mı yineliyor. Halkların projesine karşı devlet projesi mi?

Üstündağ: Ulus devlette karşı en büyük hareket Latin Amerika’dan yükseldi ama neo liberalizmin kültürü de en fazla önce orada kurumsallaştı. Devlet ve sermaye harekete cevap verdi. Yine Afrika kıtasının bir benzer bir mecrası oldu. En son ayaklanma ise Ortadoğu’da çıktı. Ortadoğu ayaklanmalarına karşı devletlerin cevabı mezhepçileştirmek oldu. Bu mezhepleştirmeyle yeni bir düzen Ortadoğu’da kurulmaya çalışılıyor. Bu Türkiye’ye de geldi. Türkiye devletinin de, Alevi ve Kürtler gibi sokak hareketlerine verdiği cevap mezhepçi oldu. Bir yandan İslamcıları bir araya getirmek, öbür taraftan muhalefeti cılızlaştırmak, marjinalleştirmek, Alevileri ayrı bir korku ile yönetmek istiyor. Biz bununla nasıl başa çıkacağız, cevap vereceğiz? İşte Öcalan’ın verdiği mesajlar, hem İslam konferansı hem diğer dört konferanslar, hem Alevilerle ilgili cevaplar söyledikleri tam da buna cevaptır. Devlet bizim alternatifimizi oluşturmaya çalışıyor bunu çok iyi görmek ve buna karşı da makro politikalar geliştirmek şart. Öcalan’ın önerdiği son İslam konferansı aslında stratejinin ne olması gerektiğini de ortaya koyuyor. Dünyanın tamamı Kürt hareketini bölerek kendi bölgelerine ve kendi ideolojisine hapsetmeye kalkacak. Bunun karşısında sürekli diyalog ve müzakere, sürekli ötekiyle, başkalarıyla ilişkiye girerek kendini de ötekini de dönüştürerek dalgalanma hareketi olacaksın diyor. Bütün dünyada demokratik bir güç olacaksın. Öcalan küresel bir varoluş öneriyor. Dünyanın girdiği şu krizde bence bu küresel varoluş inanılmaz bir yöntem. Bu stratejiye laikiyle sahip çıktığımızda bu oyunu bozabiliriz.

Küçük: Devlet, bölme, parçalama zayıf düşürme, Kürt Özgürlük Hareketi’ni zayıf düşürecek ekonomik politikalar üzerinden orta sınıf yaratarak zemini kaybettirmeye, Kürtlerin büyük çoğunluğunun gönlünü, kalbini kazanmaya çalışacak. Ya da İslami yatırımlar üzerinden dindar gençlik diliyle, Müslümanlık üzerinden, İslamiyet kardeşliği üfleyerek bu zemini kaybettirmeye çalışması, projesi var. Bu yüzden ‘İslam Konferansı’na mümkün olduğu kadar bölgenin aktörlerini dahil etmek gerekiyor.


* Özgür Gündem


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder