10 Kasım 2013 Pazar

Kentsel dönüşümün kentsel harekete dönüşümü: Gezi hareketi



Sema Erder



Gezi Hareketinin çok boyutlu bir kitlesel muhalefet hareketinin yansıması olduğu, yaygınlaşan etkisinden ve halen devam eden tartışmalardan da anlaşılmaktadır. Bu hareketin, alışık olduğumuz toplumsal hareketlerden farklı olması ilk anda yorumlanmasını güçleştirdi. Göreli olarak umutlu ve taleplerini doğrudan ifade edebilen bu hareket, uzlaşma umudu olmadığı için gün geçtikçe daha öfkeli hale gelmiş olan muhalefet hareketlerinden de, güçlü olanla uzlaşma yanlısı popülist toplumsal hareketlerden de farklıydı. Yapılan tartışmalardan, kayırmacı otoriter popülist siyasetin hakim olduğu bu ortamda böyle bir muhalefet hareketinin nasıl olup da yeşerebildiği sorusunun cevabını izleyicileri kadar, katılımcılarının da merak ettiği görülmektedir. Bu yazıda, bu tartışmalara katılmak amacıyla, Gezi hareketinin İstanbul’daki popülist siyaset ve kentsel toplumsal hareketlerle ilişkisi konusunda bazı değerlendirmeler yapmaya çalışacağım. 


İstanbul kentini izleyenler, son dönemlerde popülist siyasette radikal bir değişimin olduğunun farkındaydılar. 1960’lardan bu yana, İstanbul’da ve diğer büyük kentlerde yerel siyaseti “gecekondu hareketi” etkilemekteydi. “Gecekondu hareketi” kente göç eden köylülerin acil barınma ve diğer gereksinmelerini sağlama açısından etkili olan ve popülist siyasete damgasını vuran önemli bir kentsel toplumsal hareketti. Popülist siyaset, olan bitenlere göz yumarak ve kamu kaynaklarını kayırmacı ilişkilerle rasgele dağıtarak yeni yerleşen grupların isteklerini karşılıyor ve onların oy desteğini kazanıyordu. Gecekondu bölgeleri, yerel siyasetin çok yarışmacı ve dinamik olduğu, kuralla kural dışının iç içe geçtiği, yaratıcı çözümlerin üretildiği dinamik alanlar haline geldi. 

Siyasal partiler, gecekondu hareketleriyle gündeme gelen talepleri, sistemle eklenme talepleri olarak kabul ettiler, kayırmacılıkla da olsa yerine getirdiler ve sonuçta onların sistemle uzlaşmalarına aracılık ettiler . Diğer taraftan, kentsel alanlara yerleşenlerin kültürel, sivil ve siyasal talepleri sistem tarafından “tehdit” olarak algılandı, popülizmin otoriter yüzüyle karşılaştı, çatışmalarla sonuçlanarak marjinalleştirildi. 2000’li yıllara kadar kentlerde esas olarak uzlaşmaya dönük popülist kitlesel hareketlerle, uzlaşma umudu taşımadığı için öfke dolu toplumsal hareketler yaygındı. 

2000’li yıllar, “gecekondu hareketinin” meşruiyetini yitirdiği ve popülist siyasetin kentte değişen koşullara göre yeniden kurgulandığı bir dönem olarak hatırlanacaktır. Bu dönemde, “gecekondular,” popülist ortam içinde siyasal deneyim kazanmış ve zenginleşmiş yeni kentli grupların eliyle tasfiye edilmeye başladı. Bir başka ifadeyle, gecekondu alanları, orada yaşamış ve zenginleşmiş olanlar tarafından geçmiş kötü günleri unutturmak ve orada yaşayanlara “daha iyi bir yaşam” kurmak amacıyla yenilenmeye başladı. Kentin gecekondu bölgelerindeki bu dönüşüm, sadece fiziksel çevreyi değil, aynı zamanda siyasal kayırmacılık ve popülist siyasetle kurgulanmış kentsel yaşamı da radikal bir biçimde değiştirdi. Kent merkezine yakın, değeri artan bölgelerden başlayarak yaygınlaşan dönüşüm, buralarda yasal güvenceye sahip olmadan yıllarca yaşamış olanlar için oyunun kurallarının değişmesi anlamına da gelmekteydi. 

Kentte gerçekleşen bu dönüşümün etkilerini ve boyutlarını somut olarak ortaya koyan verilere maalesef sahip değiliz. Ancak genel olarak, tam oranlarını bilmesek de, gecekondu alanlarının tasfiyesinden hem kazananların, hem de kaybedenlerin olduğunu açıkça gözlemleyebiliyoruz. Kazananlar, kentte artan “inşaat- siyaset” ilişkisinin içinde ortaya çıkan yeni olanaklardan yararlandılar ve gerçekten, kentte oluşan “daha iyi bir yaşamın” içinde yer aldılar. Buna karşılık, kayırmacılık ilişkilerinin yeni örüntüsünün dışında kalarak kaybedenler, gecekondu hareketinin eski usul yöntemlerine başvurmaya çalıştılar, ancak, alışık oldukları siyasal desteği bu kez bulamadılar. İstanbul’un hemen her bölgesinde, “terörist avlama” (!) operasyonlarına benzeyen polis destekli yıkımlar, yıkımlara direnen kadınlı erkekli, çocuklu mahalle sakinleri bu değişen güç ilişkilerinin somut görüntüleri oldu. Kaybedenlere sunulan seçenekler, yeni kiralık yerler aramak, ya da üretilen yeni sosyal konutlara borçlanarak taşınmak oldu. Bir anlamda, “gecekonduların umut filizleri” kökünden kesilmeye başladı. 

Gecekondu bölgelerinde gerçekleşen yıkımlar ve bu yıkımlara karşı yapılan kitlesel eylemler, öteden beri gecekondu karşıtı olan, kentli orta sınıfların ilgisini çekmedi. Hatta, etnik ya da dinsel ayrımcılığa uğrayan grupların yoğunlaştığı alanlardaki eylemler “marjinal grupların” kanıksanmış (!) uzlaşmaz ve umutsuz eylemleri olarak algılandı. Muhalefet partileri dahil olmak üzere, ana akım siyasal partiler de, canlanan inşaat-siyaset ilişkisinin nemalarından yararlandığından, bu tepkilerle ilgilenmedi. İktidarla uzlaşma yarışında olan medya için de, gecekondulardaki yıkımların ve direnişlerin haber değeri olmadı. 

Kentsel dönüşümün, kent bilimin ve katılımcı yerel demokrasinin ilkelerini dikkate almadan, salt piyasa kurallarına ve güç ilişkilerine göre yapılması, öncelikle kentle ilgili konularda çalışan akademisyen ve uzmanların—mimar, şehirci, sosyolog, siyaset bilimci, korumacı—ilgisini çekti. Daha sonra da, Birleşmiş Milletler’in Habitat toplantısından bu yana kentte canlanan ve Avrupa Birliği projeleriyle desteklenen insan hakları, çevre, kültürel miras gibi konularla ilgilenen sivil toplum örgütleri konuyla ilgilenmeye başladı. Yerel demokrasi arayışları, kentsel dönüşümden zarar görenlerin (ya da zarar görme endişesi duyanların) kurdukları mahalle derneklerinin ve profesyonel mesleki bilgiye sahip sivil muhalefet gruplarının arasında kurulan ilişkiyle canlandı. Bu dönemde, İstanbul’da çok sayıda mahalle derneği kuruldu ve hatta bu dernekler seslerini duyurmak için dayanışma platformları oluşturdular. İstanbul Mahalle Dernekleri Platformu, Sarıyer Mahalle Dernekleri gibi platformlar, Ayazma, Başıbüyük, Bedrettin, Gülsuyu, Hürriyet, Tozkoparan gibi kentsel dönüşümden zarar gören mahallelerin temsilcileriyle, onlara profesyonel bilgilerini sunarak hukuksal, teknik ve siyasal destek vermek isteyen grupların ilişkisi kentteki muhalefetin çekirdeğini oluşturdu. 

Bilindiği üzere, kentsel dönüşüm faaliyetleri sadece gecekondu bölgeleriyle sınırlı kalmadı. Bu faaliyetlerin, kent merkezindeki yoksul mahallelerine, çöküntü alanlarına ve kent içindeki yeşil alanlara doğru yaygınlaşması, konuya ilgiyi yaygınlaştırdı. Kültürel miras, göçmen hakları, etnik dışlanma, çevre gibi konularda çalışan profesyonellerle aktivistler, bu mahallelerde yaşayan ve zarara uğrayan güçsüz gruplara hukuksal ve teknik yardım vermeye başladılar. Bu hareketler içinde seslerini kamuoyunda duyurabilenler Kuzguncuk bostan hareketi ve Sulukule hareketi gibi mahalle hareketleri oldu. Bunun yanı sıra, Tarlabaşı, Emek Sineması, Haydarpaşa, Galataport, Haliç Köprüsü, Taksim gibi projelere eleştirel bakan profesyoneller ve aktivistler kendi aralarında tartışıp, seslerini ilgililere ve kamuoyuna duyurmaya çalıştılar. Kayırmacılıktan çok uzak olan bu tür bir hak talebi iletimine alışık olmayan yönetimler, bu sesleri duymak istemediler ve bunları “marjinal” muhalefet hareketleri olarak yorumlayarak etiketlemeyi tercih ettiler. Bu nedenle, maalesef, bu hareketlerin çok azı başarı kazanabildi. Kısaca, Gezi hareketi başlamadan önce, kentte kamuoyunda ve yönetim nezdinde sesini duyuramasa da, kentsel dönüşümden zarar gördükleri için örgütlenen gruplar ve onlarla hukuksal ya da teknik bilgi vererek dayanışma yapan sivil toplum örgütlerinin oluşturduğu, yerel siyasetin kayırmacı siyasal ilişkilerinin dışında kalan, onlarca kentsel hareket vardı . 

Bu kentsel muhalefet hareketlerinin, kentte canlı olan ve popülist yerel siyasete aracılık eden gecekondu hareketine damgasını vuran hemşehri dayanışması hareketlerinden de, iş piyasasındaki eşitsizliklerden kaynaklanan sınıf hareketlerinden de çok farklı olduğuna dikkat çekmemiz gerekir. Bu hareketlerin üretim ve iş yaşamının dışındaki, konut alanları gibi gündelik yaşam alanlarındaki konularla ilgili olması, çeşitliliği, her birinin birbirinden habersiz ve ilişkisiz olarak farklı yerlerde gerçekleşmesi, farklı grupları ilgilendirmesi, kitlesel olmayışı, kayırmacı ilişkilerin yöntemlerini kullanmaması en önemli özellikleridir. 

Bu tür kentsel toplumsal hareketlerin anlamı ve nitelikleri, sosyal bilimciler tarafından uzun bir dönemdir tartışılan konulardandır. Daha çok gündelik yaşamın sürdürülmesiyle ilgili konulardaki eşitsizliklerden kaynaklanan bu toplumsal hareketler, kentbilim yazınında “toplumsal tüketim” ve “toplumsal yeniden üretim” kavramlarıyla ele alınmakta ve tartışılagelmektedir. Yaşam alanlarındaki eşitsizliklerin de toplumsal grup ve sınıfların üretim alanında karşılaştıkları eşitsizliklerin bir yansıması olduğu açıktır. Önemli toplumsal değişme dönemlerinde, bu iki alandaki eşitsizlikler birbirini etkileyerek değişime uğrar. Dolayısıyla, bu tür toplumsal hareketlerin anlamı, ancak, bu etkileşimin değerlendirilmesiyle kavranabilir. 

İstanbul’a ve konumuza geri dönecek olursak, kentte gözlemlenen yeni toplumsal hareketlerin, yönetimlerin alışık olduğu kayırmacı ilişkilerle karşılanan taleplerden farklı biçimler alması, onların siyasal partilerin alanının dışında kalmasına neden olmuştur. Muhalefet partileri dahil, bütün siyasal partiler, alışık oldukları yöntemin dışında kalarak doğrudan hak arayan ve bunu barışçı yöntemlerle yapmaya çalışan bu hareketleri muhatap olarak kabul etmediler. Buna karşılık, her bir kentsel hareket, insan hakları ve çevre gibi evrensel düzlemde meşruiyet kazanmış olan haklarla ilgili oldukları için, yeni teknolojilerin verdiği olanaklardan yararlanarak, küresel destek bulabilmiştir. Küresel düzlemdeki muhalefet hareketleriyle ilişki kuran ve aynı yöntemleri kullanabilen bu sivil hareketler, bu nitelikleriyle, sistem tarafından marjinalleştirilmiş olan öfke ve umutsuzluk dolu tepkisel siyasal eylemlerden de farklıydı. 

Kentsel dönüşümün, kentli orta sınıfların gündemine girmesi, ancak, yıkımların etkisinin kendi kapılarına dayanmasından sonra gerçekleşti. Kentli üst orta sınıflar, başlangıçta, kentteki, su, ulaşım gibi temel altyapı ihtiyaçlarının giderilmesini, kendilerine yeni mekan ve iş alanları açan AVM’leri, “soylulaştırma” projelerini ve lüks konut sitelerini sevinçle karşıladılar ve benimsediler. Ancak, bir süre sonra, “çılgın projeler” ve diğer büyük inşaat projelerinin kentin niteliğini ve kentteki gündelik yaşamı tehdit edecek boyuta ulaşması üzerine konuyla ilgilenmeye başladılar. Büyük projelerle ilgili kararların, acele, şeffaf olmayan bir biçimde alınması ve üstelik hukuksal ve teknik olarak zaaf taşıdıklarının fark edilmesi, bir süre sonra medyanın da konuya ilgi göstermeye başlamasında etkili oldu. 


Bu toplumsal muhalefet hareketlerinin esas olarak kentte yaşayan ve kentsel dönüşümden zarar gören sınıfsal olarak güçsüz olan ya da kültürel olarak dışlanmış grupların muhalefet hareketleri olduğunu söyleyebiliriz. Bu grupların ve kentteki estetik, tarihsel ve kültürel değerlerin gördüğü zararı fark ederek gündeme taşıyanlar, kentsel yaşamı izleyen, hukuk, şehircilik, kültür, mimari, koruma, kentsel estetik ya da çevre konusunda teknik bilgiye sahip olan profesyonellerin oluşturduğu örgütlerle, insan, kadın, çevre, hayvan, göçmen hakları gibi evrensel haklar konusunda duyarlılığı olan sivil toplum örgütleri oldu. 

Bu gerilimlerin İstanbul için anlamı, bu güne kadar kentteki yaşam alanlarıyla ilgili taleplerini kayırmacı ilişkilerle sürdürebilmiş olan grupların artık aynı kanalları kullanma olanağına sahip olmadıklarını algılamalarıdır. Bir başka ifade ile, uzun bir dönem kentte yaşayan düşük gelirli gruplar için, kentteki enformel konut piyasası, ucuz konut imkanlarıyla kentteki iş piyasasındaki güvencesiz ortama tahammül edebilmelerini sağlamıştı. Bugün artık, kentteki konut piyasası da, tıpkı iş piyasası gibi, düşük gelir grupları için güvencesiz yaşama alanı haline gelmiştir. Kentsel dönüşüm, kentteki güç ilişkilerini de, toplumsal tabakalaşmayı da, sonuçta toplumsal hareketlerin niteliğini de değiştirmeye başlamıştır. Bunun üzerinde daha dikkatle düşünmek ve tartışmak gerekmektedir. 

Sonuç olarak, Gezi Hareketi, kentte, kentsel dönüşümün etkisiyle, kayırmacı yerel siyasetin kapsayamadığı ve hatta dışladığı grupların oluşturduğu yeni kentsel toplumsal hareketlerinin tahmin edilenden çok daha yaygın olduğunu ortaya çıkardı, bu hareketleri ilk defa görünür kıldı ve kentteki diğer toplumsal muhalefet hareketlerini de içine alarak genişledi. Bu hareketlerin nasıl devam edeceği, yönetimin ve siyasetin bu hareketlerle kuracağı ilişkinin niteliğine bağlı olacaktır. 


* Kızılcık, Eylül- Ekim 2013, Sayı: 56, s. 20-23.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder