12 Kasım 2013 Salı

Forum deneyimi demokratik özerklik ile birebir örtüşüyor



Bekir Avcı* / Erdem Yörük**


Gezi direnişi boyunca, 'demokratik özerklik ve Gezi' sıkça birlikte anıldı; demokratik özerklik modelinin, Gezi direnişiyle beliren forum deneyimiyle paralellikler taşıdığı çeşitli siyasi ve akademik çevrelerce  dillendirildi. Peki, bu forum deneyimiyle Kürt hareketinin merkeze aldığı demokratik özerklik modeli arasındaki paralellikler neler? Biz de, Koç Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesi olan Erdem Yörük'le 'Gezi Direnişi, Kürtler ve demokratik özerklik' konusunu konuştuk. Yörük,  1990'ların başındaki Bahar Eylemleri ile Türkiye Kürdistanı'ndaki serhıldandan ve bugün yaşananlarla koşutluklarından başlayarak bizimle fikirlerini paylaştı… 


2009'daki bir söyleşinizde, 1990'ların başında Kürtlerin zorunlu göçe maruz kalmasıyla beraber Türkiye'nin sınıfsal yapısının da kökten değiştiğini belirtmiş ve bunun da Türkiye'deki neoliberalizmin başarısını mümkün kılan temel etmenlerden biri olduğunu söylemiştiniz. Gezi'nin ise neoliberalizme karşı bir isyan olduğuna işaret ediliyor. Bu çerçevede, '90'lardan 2013 Haziranı'na uzanan süreçte Kürtlerin tarihsel rolü üzerine neler söylenebilir? 

Kürtlerin göçünün Türkiye'de neoliberalizmi başarılı kılmasının nedeni, zorunlu göçle buraya getirilmiş Kürtlerin çok ucuz bir emek arzı teşkil etmesi, bunun da Türkiye'deki sermayenin ve dolayısıyla devletin çok işine gelmesiydi. 1990'ların başındaki durum ile şimdi olan durum bir açıdan çok benziyor.  '90'ların başında Türkiye Kürdistanı'nda Kürtlerin serhıldanı gerçekleşirken, aynı zamanda da Türkiye'nin batısında 'Bahar Eylemleri' adını verdiğimiz bir işçi ayaklanması gerçekleşmişti. Bununla ilgili olarak Akdoğan Özkan T24'te de Gezi Ayaklanması ile Bahar Eylemleri'ni karşılaştıran çok güzel bir yazı yazdi. Yazıda, ANAP hükümeti ile AKP hükümeti arasındaki bir benzerlikten bahsediliyordu. Yani 1980'ler ile 2000'ler neoliberal, sağcı ve muhafazakar  -AKP, ANAP'a göre daha muhafazakar olmakla beraber- hükümetlerin tek parti iktidarını sürdürdüğü dönemler ve bu dönemlerde neoliberal politikalar  ve bunların getirdiği zarar maksimum derecede oluyor. 1989, '90 ve '91'deki Bahar Eylemleri de bu neoliberal dalgaya karşı işçi sınıfının Türkiye tarihindeki en büyük işçi ayaklanması. 

Yine Türkiye bugün Suriye'ye girme planları yaparken, o dönemde de Irak'la benzer bir ilişki içerisinde. Irak Savaşı bahanesiyle bir süre sonra da Bahar Eylemleri'ndeki işçi grevleri yasaklanıyor.  Zaten Türkiye hükümetinin bir taraftan Suriye'ye girmekte bu kadar can atmasının sebeplerinden bir tanesi de bu: Birincisi iktisadi krize çözüm olarak savaşın gerekliliği var, ikincisi de ülke içindeki karışıklığa çözüm olarak savaşın gerekliliği söz konusu. Yani siz bir düşman icat ettiğiniz zaman ülke içindeki muhalefeti çok daha kolay bastırma ve ezme şansına sahip olabiliyorsunuz.  

1990'larda zorunlu göçe maruz kalan Kürtler, bugün ise demokratik özerklik talebiyle neoliberalizmden ekolojik yıkıma, cinsiyet ayrımından milliyetçiliğe dek bir çok bölücü, yıkıcı ve ayrıştırıcı unsura da karşı çıkıyor. Peki, demokratik özerkliğin unsurları ile Gezi'deki talepler arasındaki paralellikler nasıl açıklanabilir. 

90'ların başında Bahar Eylemleri gerçekleşirken Türkiye Kürdistanı'nda da bir serhıldan gerçekleşiyordu, yani Kürtlerin bir toplumsal hareketliliği vardı. Bugün de öyle; Gezi'yle paralel bir şekilde gerçekleşen hadise Kürtlerin yeni bir ülke modelini ortaya koyması, demokratik özerklik denilen model. 

Demokratik özerklik, Türkiye'nin bir burjuva demokrasinin ötesinde radikal bir demokrasi ile yeniden inşasını öngören bir model. Bu model tabandan örgütlenen bir halk demokrasisini öngörüyor. Yani mahalle meclisleri, kooperatifler, mahalle komünleri üzerinden kurulan ve tabandan yukarıya doğru çıkan bir örgütlenme tarzı ve merkezi devletin de bir anlamda yerel yönetim lehine tasfiyesini öngören bir yönetim tarzı. Bu da Gezi'den sonra ortaya çıkan forum deneyimiyle aslında birebir örtüşüyor. 

İnsanlar için akıllardaki soru hep şuydu: "Tamam Kürtler bağımsızlık istemiyorlar ve öngördükleri model sadece Kürdistan için değil, bütün Türkiye için demokratik bir model öngörüyorlar. Bağımsız Kürdistan'da böylesi forumları ve meclisleri kurulabilirsiniz, ancak Türkiye'nin batısında nasıl kuracaksınız?" Şimdi aslında bunun Gezi ile ortaya çıktığını görüyoruz. Yani bu forum deneyimi, demokratik özerklik ve demokratik modernite ile birebir örtüşüyor.  

Bu, tarihte ilk defa ortaya çıkmış bir model de değil. Paris Komünü de böyle bir şeydi, Rus Devrimi de böyle bir şey üzerine kuruldu. Yani Amerika yeniden keşfedilmiyor. Kapitalist iktidar, iktidarı ve sermayeyi sürekli tekelleştirme ve merkezleştirme eğiliminde. Siz iktidarı ne kadar parçalarsanız -burada liberal bir parçalamadan bahsetmiyoruz tabii ki, halkın iktidarından bahsediyoruz- bu antikapitalist bir dönüşüm demek oluyor. Yani Gezi'nin de önerdiği şey buydu; artık Beşiktaş'taki insanlar Beşiktaş hakkında kendileri karar vermek istiyor.  


Siz bu forumların işçi mahallelerine taşınması gerektiğini de söylüyorsunuz. Sizce forumlar işçi mahallelerine taşınabiliyor mu? Ayrıca, devam eden forumlar daha çok İstanbul merkezli gibi; İstanbul dışına yansımaları için neler söylenebilir? 

Forumların olduğu yerler daha önceden bir sol deneyimin olduğu yerler. Abbasağa'da forumlar başlayınca orada Çarşı'nın inisiyatifini görüyoruz ve Çarşı da sol eğilimli bir ekipten oluşuyor. Dolayısıyla da Afyon'da kuvvetli bir forum yapısı kurmak daha zor olabilir, çünkü solun nispeten güçlü olduğu bir yer değil. Bu yapıyı başka yerlere taşımak da belki o kadar kendiliğinden olmayacak. Dolayısıyla burada siyasi aktörlerin devreye girmesi gerekiyor. Mesela Halkların Demokratik Kongresi'nin (HDK) aslında devreye girmesi gerekiyor ve burada büyük bir sorumluluğu var aslında. 


Tam da bu noktada, 'forumların işçi mahallelerine taşınması' noktasında yani, HDK'nin inisiyatif alması gerekliliğine çekiyorsunuz dikkati. HDK bu inisiyatifi alabildi mi ya da alabiliyor mu?  

HDK bunu net bir şekilde yapamıyor, ama bunu yapması gerekiyor, gündemine alması gerekiyor. HDK şu anda oluşmakta olan bir yapı. HDK olmuş-bitmiş bir yapı da önüne iş almıyor gibi bir durum yok. Ancak HDK'nin kendisini oluşturması ve örgütlemesi için de bir fırsat aslında bu. 

Dr. Çağlar Keyder, 'Yeni orta Sınıf' kavramını kullanıyor. Yeni Orta Sınıf'ın belirleyici özelliklerinden birinin ise 'eğitim' olduğunu söyleyen Keyder, Gezi'de de esas belirleyici olan kesimin bunlar olduğunu belirtiyor. Peki, Gezi'yle birlikte bir kesişmenin de meydana geldiği söylenebilir mi; sınıflar arası bir kesişme? Bir tarafta Ankara'da Kennedy Caddesi ve yine İstanbul'da Kadıköy; diğer tarafta ise Ankara'da Tuzluçayır, İstanbul'da Gazi Mahallesi... Semtler farklı, 'sınıflar'ın talepleri ise benzer. 

Kesinlikle bir kesişme var. Gezi'nin başlangıcı, Çağlar Keyder'in işaret ettiği bu Yeni Orta Sınıf'lardan çıktı, ama yayıldı. Yani 6 kişiyi kaybettik ve hiçbiri Yeni Orta Sınıf'tan gelmiyor, hepsi işçi çocukları. Dolayısıyla da hareket Yeni Orta Sınıf'tan çıktı ve hareketin meşruiyetini ve kitleselleşmesini sağlayan aslında bu Yeni Orta Sınıf oldu biraz. Yani zaten işçiler, Aleviler, Kürtler sokağa çıkıyordu; ama toplum nezdinde marjinal kalıyordu bu hareket. Ancak ana akım varoşlar ise hala AKP'nin hegemonyası altında, bunu söyleyebiliriz. Şimdiye kadar harekete katılan varoşlar da Kürt ve Alevilerin olduğu varoşlar oldu.

Şöyle bir ayrım yapılabilir; Birinci Gezi ve İkinci Gezi diye bence ayırmak gerekiyor. Şu an İkinci dalga başladı. Birinci dalga merkezden çevreye doğru giden bir dalgaydı. Yani Taksim'den Gazi'ye, Taksim'den Okmeydanı'na, İstanbul'dan Ankara'ya gidiyordu. Bu sefer ise , yani İkinci dalganın ise çevreden merkeze doğru başladığını söyleyebiliriz. Ankara'dan başladı mesela ve İstanbul'a geldi. Yani çevreden merkeze doğru giden bir hareket olduğunu söyleyebiliriz -ki bence bu çok sağlıklı bir durum. 

AKP'den duyulan çok ciddi bir rahatsızlık söz konusu. Siyasi aktörlerin dolayımı olmadan bile hareket yayılıyor. Gerçekten hala daha kendiliğinden yayılan bir şey ve kendiliğinden yayılan hareketler şu ana bir demokrasi mücadelesine dönüştü. Buradan çok demokratik, dönüşmüş, AKP'yi çok zayıflatmış veya AKP'yi yıkmış hareketler çıkabilir; ama bir taraftan da böyle süreçlerin sonunda -tarihte de gördüğümüz üzere- faşizm de gelebiliyor. 


KCK, 'çekilmeyi durdurma' ilanının akabinde, "AKP hükümetini, Kürtlerin demokratik çözüm mücadelesiyle Türkiye’deki demokrasi güçlerinin birleşmesi korkutmaktadır," açıklamasını yaptı. Buna katılıyor musunuz? Güçlü bir birliktelik AKP için nasıl bir tehdit oluşturur? 

Zor bir durum; Kürtlere eleştiriler sunuluyor. Kürtler zor bir aşamada. 80 yıl sonra bir hükümeti demokratik bir çözüm için adım atmaya zorlamışsın, böyle bir fırsat geçmiş eline ve aynı zamanda da ülkenin batısında bir ayaklanma başladı. Doğrudan Gezi ile bir ortak mücadele altına girişildiği anda AKP'nin masadan kalkacağı çok açıktı. Şu ana kadar dengeli bir politika izlendiğini düşünüyorum. Birkaç tane açıklamanın dışında Gezi'nin yanında olunduğu defalarca ifade edildi ve Kürt hareketi fiziksel olarak da Gezi'nin yanında değil, Gezi'nin içindeydi. 

Gezi hareketi ile Kürt hareketinin ortak bir mücadeleye gelmesi AKP için büyük bir felaket olur. Bu, AKP'ye büyük bir darbe olacaktır. Ortada bir satranç oyunu var. Tekrar silahlı çatışmalar başlarsa ve tekrar gerillalar ve askerler ölmeye başlarsa Gezicilerle Kürtlerin bir arada hareket etmesi zor olabilir. Dolayısıyla böyle bir yola gidileceğini düşünmüyorum. Bence Kürdistan'da da Gezi tarzı halk ayaklanmaları şeklinde mücadeleler yürütülecektir. Burada ayaklanmalar olurken, şu anda Kürdistan'da çok büyük ayaklanmalar gerçekleşmiyor ve bu da AKP'ye bir fırsat sağlıyor. 

AKP yine de çok yerden sıkışmış durumda. Suriye'ye karşı açıkça savaş kışkırtıcılığı yapıyorlar ve bu ters tepmiş duruyor. Şu anda Suriye'ye savaş açılmasını destekleyen tek ülke olarak ortaya çıktılar. Ben sürecin AKP için sıkıntılı olduğunu düşünüyorum. AKP ne yapacağını düşünmeli. Çünkü Gezi açısından bakarsak eğer, 'Eylül' deniliyordu ve Eylül'de tekrar sokaklara çıkıldı.   


Haziran'dan itibaren iki statü grubunun oluştuğuna çekiyorsunuz dikkati; bunlardan birinin Geziciler diğerinin ise AKP'liler olduğunu belirtiyorsunuz ve 'Gezicilik kimliği' adında bir tür siyasi cemaatten söz ediyorsunuz. Bu 'Gezicilik kimliği'ni biraz açar mısınız? Bu kimliği sahiplenenlerin bundan sonraki 'kimlik' mücadelesi ne doğrultuda olmalı?  

Şu anda olan durum olumlu bir durum. 12 saat içerisinde 20 tane şehirde, aynı anda, kitlesel olarak polise karşı direniş eylemleri gerçekleşebiliyor. Bu çok büyük bir kapasite. Bu kolay kolay olacak bir şey değil. Bu artık bir network'ün, bir deneyimin, sosyal bir ağın inşa edildiğini gösteriyor. Diğer taraftan da insanlarda mücadele etmek için hala çok büyük bir arzu ve motivasyonun olduğunu gösteriyor. Buradaki tehlike, bunun sönümlenmesi tehlikesi. Çünkü kitle psikolojisine bağlı olarak hareketin sönümlenme riski var. Yani devlet çok polis yığarsa kitle eve çekilebiliyor veya benzer bir şekilde devlet hiç polis yığmazsa kitle yine eve çekilebiliyor. 

Eylül'deki ayaklanmaya bakarsak eğer, bu ayaklanmayı başlatan hükümetin ta kendisiydi. Hükümet, "Biz istihbarat aldık, Eylül'de olaylar başlayacakmış ve biz polis kullanacağız; stadyuma, üniversiteye polis sokacağız" dedi. Dolayısıyla bir çok insan da "Ya Eylül'de başlayacakmış, o zaman biz de Eylül’de gelelim" dedi. Eylül'e gelince de bunun böyle olacağı belliydi. Hükümetin irrasyonel davranacağı, şiddet kullanacağı ve birini katledeceği belliydi ve o kişi katledildiğinde de insanların sokağa çıkacağı da belliydi. Bunun istihbaratla bir alakası yoktu. 

Ölen insanlar olayın kıvılcımını sağlıyor, ama kıvılcımdan sonra tekrar bir sönümlenme yaşanmaması için yapının kurulması gerekiyor. Forumlar bunun inşası aslında. Daha kurucu bir yerden bir şeyler yapılması gerekiyor. Belki mesela bu seçim barajıyla ilgili bir mücadele örgütlenebilir. Yani, "Hükümet seçim barajını düşürene kadar biz eve girmeyeceğiz" demek gerekiyor.

1989 Bahar Eylemleri ve Kürt serhıldanı sırasında, "Zonguldak'ı Botan'a bağlayacağız" denilmişti. İki mücadele birleştirilmek istenmişti. Bunlar devleti panikleten şeyler olmuştu. Bunun ardına ise devletin yaptığı şey, Kürdistan'daki ayaklanmayı bastırmak için işçilere normalde vermeyeceği bir takım tavizleri vermek olmuştu. İşçi ücretleri iki katına çıkarılmıştı. Bir süre sonra eylemler devam edince, savaş gerekçesiyle eylemler yasaklanıp, Kürdistan'da zorunlu göç uygulaması başlatılmış ve sonrasında da o karanlık dönem başlamıştı. Yani bir taraftan, "Biz ülkeye barış ve demokrasi getireceğiz" diye şu an mücadele ediyoruz, ama yine karanlık bir dönem başlayabilir. Örgütlülüğü korumak gerekiyor. Mücadeleyi yükseltmek aynı zamanda bir savunma stratejisi olmalı. 


* Spot

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder