10 Kasım 2013 Pazar

Özgür Gündem'in KCK Eş Başkanı Cemil Bayık'la yaptığı röportajın tamamı




Oğuz Ender Birinci* / Cemil Bayık



Öfkemiz buna!



‘Biz savaşı durdurduk ama AKP-Türkiye savaşı durdurmadı’ diyen Bayık, ‘Savaşın yönünü Rojava’ya çevirdi. Önderliğin şartlarında hiçbir değişiklik yapmadı. Böyle yürüyemeyeceği ortadadır’ dedi.


SÜREÇ ÇÖKTÜ ÇÜNKÜ...

KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık, çözüm sürecinde diyalog döneminin bittiğini, müzakere dönemine geçilmesi gerektiğini fakat hükümetin buna niyeti olmadığı için ‘sürecin çöktüğünü’ kaydetti. Bayık, “AKP çözüm sürecini seçimlere kurban ediyor” dedi.


AKP SAVAŞI DAYATIYOR

Bayık, “Biz dünyanın şahitliğinde dedik ki savaşı durduruyoruz, sorunu çözmek istiyoruz. Şimdi AKP ne yapıyor siyasetin yollarını kapatarak savaşı dayatıyor. Bize düşen de olup bitenleri kamuoyuna duyurmak. Bu ne tehdittir ne de şantaj” dedi.


Hükümet çözümü seçime kurban ediyor


Çözüm süreciyle ilgili son günlerde KCK sözcülerinden üst üste gelen ‘sürecin tıkandığına’ yönelik açıklamaların ardından günlerdir PKK’ye yönelik suçlamalar havada uçuşuyor. KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık’ın hükümeti ‘sorumsuz davranmakla’ suçlaması ve ‘iç savaş’ uyarısı yapmasının ardından ise KCK’nin tehdit ve şantaj yaptığını iddia eden yüzlerce makale, analiz ve yorum dinledik. Bayık, çözüm sürecinde hangi noktadayız, KCK süreci nasıl değerlendiriyor, yerel seçimlerin yaklaşmasının süreç üzerinde etkisi ne, sürecin yeniden canlanabilmesi için hükümetten beklenen acil adımlar ne gibi bir çok soruya açıklık getirdi. Söyleşide, hükümet diyalog sürecinden müzakere sürecine geçmezse, Öcalan tarafından Demokratik Kurtuluş Özgür Yaşam başlığı altında formüle edilen yeni stratejinin yaşam bulması için fiili olarak neler yapacaklarını da anlatan Bayık’a Rojava’daki son gelişmeleri, Kürt sorunu etrafından son günlerde yoğunlaşan Türkiye ve bölge ülkeleri arasındaki diplomasi trafiğini, İran’daki idamları, Kürt Ulusal Kongresi’nin neden hala toplanamadığını ve sorunların neler olduğunu, Sayın Öcalan’ın gündeme getirdiği Demokratik İslam Konferansı’nın içeriği gibi merak edilen birçok soru sorduk. Kandil’de görüştüğüm Cemil Bayık bu ve benzeri sorulara tartışmaya yer bırakmayacak açıklıkta yanıtlar verdi. İşte o yanıtlar...


Türkiye’de PKK sözcülerinin mesajları ve bir bütün olarak ortaya konulan mücadele, özellikle Sayın Öcalan’ın Newroz’da ilan ettiği stratejiyle birlikte neredeyse her gün gündemin baş köşesinde. Bu durum sadece Kürt toplumu açısından değil tüm Türkiye kamuoyu için böyle. Son zamanlarda ise gerek sizlerden gelen açıklamalar gerekse de hükümet sözcülerinin mesajları çözüm sürecinin epeyce zor bir döneme girdiğini, ‘tıkandığı’nı gösteren emareler içeriyor. En son siz ‘diyalog süreci müzakere sürecine evrilmediği için sürecin çöktüğü, eğer hükümet yeniden süreci canlandıracak adımları atmazsa, Türkiye’yi iç savaş tehlikesinin beklediği’ minvalinde açıklamalar yaptınız. ‘İç savaş’ uyarınız, hem çözüm karşıtı cephe hem de hükümet sözcüleri tarafından ‘tehdit’ olarak lanse edildi...

Hemen bu suçlamaya cevap vereyim.


Buyrun buyrun...

PKK şantaj ve tehditle siyaset yapan bir hareket değil ve bu tarz bir siyaseti de yanlış görüyor ve kesin bir biçimde karşısında duruyor. PKK siyaseti açık yapıyor. PKK, partileşmede siyasette bu ilkeyi kendine esas alıyor. Onun için siyaseti şantaj ve tehdide göre yürütmüyor. Çünkü santaj ve tehdide dayalı siyaset egemenlerin siyaset tarzıdır. İçerisinde aldatma vardır, yalan vardır, ayar verme vardır. Gerçekleri gizleme vardır. Egemenler egemenliklerini bu tarz siyasetle ancak sürdürebilirler. Biz egemenliğe ve köleliğe karşı olan bir hareketiz. Dolayısıyla egemenlerin siyaset tarzını esas alamayız biz. Bizim siyaset tarzımız açıklık ilkesine dayanır. Biz siyaseti tehdit ve santajla yürütmeyiz. Biz varolan objektif durumu hep dile getiriyoruz. Toplumun gerçekleri bilmesi için biz siyaset yapıyoruz. Siyaset adına yalan dolan, ikiyüzlülük, sahtekarlık, aldatma kesinlikle bizim siyasetimizle ilişkili olamaz.


Tehdit ettiğiniz iddia edildiği gibi, sürecin gelmiş olduğu aşamada çok sertleştiğiniz de ileri sürüldü. Son birkaç aydır çözüm sürecinde köklü olarak sizce neler değişti?  Süreç karşısında tutumunuz tam olarak ne?

Şimdi eğer biz gerçekleri topluma açıklıyorsak elbette ki bunun nedenleri var. Bu sertlik falan değil, bu tehdit ve şantaj da içermiyor. Biz sorumluluk duygusunu taşıyan bir hareketiz.

Sorumluluklarımızın bir gereği olarak gerçekler neyse bunların bilinmesini istiyoruz. Eğer bazı çevreler bunu sertlik olarak değerlendiriyorsa bunun nedeninin hükümet olduğunu, Türkiye’yi yönetenler olduğunu bilmeleri gerekiyor. Bizi bu tür açıklamalara zorlayan, Türk devleti ve hükümetinin kendisidir. Çünkü Önderliğimize, halkımıza ve hareketimize karşı yaklaşımları gerçekten çok saygısızcadır. Adeta bu Önderlik, bu halk, bu hareket yokmuş gibi bir uslüp kullanıyorlar. Hakaretler yapıyorlar, hatta böyle sanki çocuk yerine koymaya çalışıyorlar. Bir takım kırıntılarla bu Önderliği, bu halkı, bu hareketi aldatabileceklerini sanıyorlar. Eğer biz net bazı tutumlar takınıyorsak bundan ötürüdür. Gerçekten toplumla alay edercesine bir takım adımlar atıyorlar. İşte ‘demokrasi paketi geliştiriyoruz hem de bu büyük bir devrimdir’ diyorlar ama aynı zamanda işte Kuzey ve Rojava arasına duvarlar çekiyorlar. Yine sanki hiç Önderliğimiz, hareketimiz çözüm yönünde adım atmamış gibi yaklaşım içerisindeler.

Biz tek taraflı elimizdeki esirleri bıraktık, yine ateşkes ilan ettik, yine savaşı durdurma ve gerillayı Kuzey’den Güney’e çekme kararı aldık. Ve bunu uygulamaya başladık. Önemli ölçüde gruplarımızı mevzilerinden çıkartarak Güney’e çektik. Bunlar çok önemli adımlardı. Biz bunu güçsüzlüğümüzden dolayı yapmadık. Tam tersine kendimize güvendiğimiz için yine Kürt sorununun siyasal demokratik yöntemlerle çözmede ısrarlı olduğumuz için bunu yaptık ve bu adımları sorunu Türkiye’yle müzakere yoluyla çözmek için geliştirdik. Ama gördük ki bu adımlar sanki hiç atılmamış gibi bir yaklaşım gösterildi. Erdoğan, ‘Silahlar sussun siyaset konuşsun’ dedi. Biz bu adımlarla bunun ortamını, zeminini ortaya koyduk.

Bu adımlar karşısında yapılması gereken neydi? İlk etapta, hemen, içeriye aldıkları rehin tuttukları siyaset yapmaktan başka hiç bir suçu olmayan binlerce insanı bırakmaktı. Hastalar var zindanlarda, onları bırakmaktı. Ama malesef ne hastalar bırakıldı ne de rehin alınan insanlar bırakıldı. Demokratik siyasetin yolu açılmadı. Aksine kapatıldı. Hem de bu attığımız adımlar karşısında bu yapıldı. Önderliğimizin koşulları değiştirilmedi. Eskiden koşulları neyse yine aynı koşullarda tutuldu. Ağır mahkumiyet muamelesi yapıldı. Şimdi bir halkın önderine böyle yaklaşılamaz. Hem de bu Önderlik ki tek taraflı çözüm için büyük adımlar atan bir Önderlik.

Madem ki sorunları çözmek istiyorlar o zaman önderliğin bir ağır mahkum gibi ele alınmaması gerekiyordu. Bir halkın önderi gibi ele alınması gerekiyordu. Stratejik yaklaşılması gerekiyordu. Ama bakıyoruz taktik bir yaklaşım bugüne kadar sergilendi. Ve bunda da ısrar ediliyor. Hep işte diyolog sürecinde işler tutulmak isteniyor. Biz halbuki yıllarca diyaloğu sürdürdük Oslo’da sürdürdük, İmralı’da sürdürdük artık bu diyaloğun 1 Haziran’da müzakerelere evrilmesi gerekiyordu. Malesef baktık ki müzakere niyetleri yoktur. Bir taraftan sorunu çözeceklerini söylüyorlar ‘bekleyin iyi şeyler olacak’ diyorlar ama öte yandan en ufak bir adım atmıyorlar, tam tersine aldatma politikaları, oyalama politikaları, zaman kazanma politikaları ve de seçimi kazanma politikaları yürütüyorlar.
Her şeyi seçime kurban ediyorlar. AKP seçim kazanmak için çalışabilir. En doğal hakkıdır. Ama bizim attığımız adımlar üzerinden bunu yürütemez. Bu adımlarımızı buna kurban edemez. Biz bu adımları AKP’nin seçim kazanması, iktidarını sürdürmesi için atmadık. Yine biz bu adımları Türkiye-AKP’nin Rojava’da Kürt halkına karşı kirli bir savaşı yürütmesi için de atmadık. Biz adımları sorunu savaşla değil demokratik siyasal yöntemle çözelim diye attık. Biz savaşı durdurduk ama AKP-Türkiye savaşı durdurmadı. Savaşın yönünü değiştirdi. Kuzey’den Rojava’ya yönünü çevirdi, Rojava’da savaşı bütün yönleriyle yürütmeye başladı ve hala da yürütüyor. Elbette ki biz bunları kabul edemeyiz. Bir taraftan savaşı oraya kaydıracaksın, bir taraftan duvarlar örecek, bir taraftan işte ‘süreç yürüyor’ diyeceksin. Peki süreç nasıl yürüyor? Önderliğin şartlarında değişiklik yapılmayacak. Türk devleti devlet olarak heyetleriyle tartışacak, masaya oturacak ama Önderlik ağır mahkumiyet koşullarında tek başına oturtulacak. Bu sürecin böyle yürüyemeyeceği ortadır.

AKP sorunu çözmeye değil de tam tersine bizi savaşa sürüklemeye çalışıyor. Çünkü biz dünyanın şahitliğinde dedik ki savaşı durduruyoruz, sorunu demokratik yöntemle çözmek istiyoruz ve bütün bunun adımlarını attık. Şimdi AKP ne yapıyor bütün demokratik siyasetin yollarını kapatarak sadece ve sadece savaşı dayatıyor bize. İşte ‘nasıl olsa savaşmazlar, ya teslim alırız ya tasfiye ederiz.’ Bu amaçla bizi savaşa sürüklemeye çalışıyor. Bize düşen de bütün bu olup bitenleri görmek ve bunları kamuoyuna sorumluluğumuz gereği duyurmaktır. Bizim yaptığımız budur. Yoksa ne tehditdir ne şantajdır ne sert açıklamalardır.


Gerek sizden gelen açıklamaların gerekse de hükümetten gelen açıklamaların hepsinin yerel seçime yönelik olduğu, yerel seçimde iki tarafın da kendi kitlesini konsolide etmek ve bu konsolidasyonla yerel seçimlere girmek istendiği yönünde size de suçlamada bulunuluyor. Seçimlerin yaklaşmasının son tutumlarınızla bir alakası var mı?

AKP’nin böyle bir stratejisinin olduğu çok nettir. AKP bütün attığımız adımları görmezlikten gelerek sadece ve sadece ateşkesin sürmesini istiyor. Herhangi bir çatışma olmasını istemiyor. İşte kendine yönelik en ufak bir protestonun, kitlesel hareketin gelişmesini istemiyor. Herkesin suskun olmasını isteyerek o ortamda rahat seçimlere gitmek ve seçimleri kazanmak istiyor. Bütün stratejisi budur. 

Oysa ki Kürt sorunu bugün Ortadoğu’nun en büyük sorunudur. Ortadoğu’daki savaşların nedenidir. İstikrarsızlığın nedenidir. Kim ki Ortadoğu’da istikrar istiyorsa, savaş istemiyor barış istiyorsa, özgürlük, demokrasi, adalet, eşitlik istiyorsa, Kürt sorununun çözülmesini istemesi gerekiyor. Çünkü barışın, demokrasi ve özgürlüğün yolu Kürt sorununun çözümünden geçiyor. Kürt sorununu çözmeden çözümsüzlük politikasını sürdürerek, çürütme politikasını sürdürerek tasfiyeyi, teslimiyeti dayatarak hiçbir şekilde bu sorun çözümlenemez. Dolayısıyla da kalkıp da işte PKK de seçim hesapları yapıyor, kendi kitlesini işte etkilemek istiyor. Motive etmek istiyor. Onun için bu sert açıklamaları yapıyor biçiminde bir yaklaşım çarpıtmadır, bu bir hakarettir. PKK seçimlere endeksli bir politika yürütmüyor. PKK Kürt sorununun çözümünü istiyor. Şimdi AKP ise Kürt sorununun çözümünü yerel seçimlere kurban etmek istiyor. Bizim öfkemiz bunadır. Bunu kabul etmediğimizi biz çok açıkça kamuoyu ile paylaştık. AKP seçim hesapları yapabilir ama Kürt sorununu seçimlere kurban etmemesi gerekiyor. Eğer kurban etmeye devam ederse bizim buna karşı duracağımızı herkesin bilmesi gerekiyor. Söylediğimiz budur.



Sorun hükümetin müzakereden kaçması


Tersinden benzer bir eleştiri hükümet yanlısı kalemlerden size yönelik geliyor. Deniyor ki, ‘Kandil sert biçimde yüklenerek hükümeti Öcalan’ın eline mahkum etme taktiği izliyor.’ Murat Karayılan’ın PKK Kongresi açılışında bu minvalde konuştuğu dedikodusu da el altından yayıldı. Bunlar gerçek olmayan savlar mı?

Türkiye’de özel savaş merkezi psikolojik savaşı ve özel savaşı yürütüyor. Bundan vazgeçmiş değil. Onun için birçok şeyi tersyüz ediyor, çarpıtıyor ve öyle topluma sunuyor. Bununla da aslında şunu yaratmaya çalışıyor; ‘İşte harekette bütünlük yok. İşte Önder Apo ayrı söylüyor. İşte Kandil ayrı konuşuyor. BDP ayrı konuşuyor. Dolayısıyla karşımızda müzakere edebileceğimiz bir güç yoktur.’ Bunu topluma vermeye çalışıyor. Dikkat edilirse müzakereye girmiyor, tam tersine propoganda yapıyor. İşte Apo ayrıdır. PKK ayrıdır BDP ayrıdır.


Yani hükümet bu kara propogandayla  ‘müzakereye geçecek ortam yok’ fikrini topluma propoganda ediyor diyorsunuz öyle mi?

Elbette. Diğer taraftan da diyor ki işte Kandil, BDP onlar serttir, süreci bozmaya çalışıyorlar, APO makuldür. O zaman makulse Apo’yla sorunu çöz. Niye çözmüyorsun? Niye Apo’nun koşullarını değiştirmiyorsun? Niye onu özgürleştirmiyorsun, ona imkanlar sunmuyorsun? Sorunu çözmek istiyorsan bunu engellemenin yolu Önder Apo’yla müzakereyi geleştirmektir. Şimdi bir de burada hakaretlerde de bulunuyorlar. Diyorlar ki ‘Eğer PKK işte BDP bu süreci sabote etmek istiyorsa bunun arkasında bazı güçler var. İşte Suriye, İran benzeri güçler var. Bunlar istiyor, onun için PKK bu süreci bozmaya çalışıyor.  Onun için bir süreden beri bu sert açıklamaları yaparak bu zemini yaratmaya çalışıyor.’ Bu bize büyük bir hakarettir. PKK başından beri kendine güvenen, kendi olanakları üzerinde ayağa kalkan bütün sorunları mücadele ederek çözen, ihtiyaç duyduğu her şeyi mücadeleyle elde etmeye çalışan, çözümü kendinde arıyan bir güçtür. Dünyanın en özgürlükçü, en demokratik en temiz hareketidir. Hiç kimse kalkıp da PKK’yi şurayla veya burayla ilişkilendiremez. Ancak art niyetliler bunu yapabilir. Sorunu çözmek istemeyenler bunu yapabilir. Bu tamamen psikolojik savaş merkezinin geliştirdiği propogandadır. Toplum PKK’nin attığı adımlar karşısında sorunun çözümünü istiyor. Sırf kendi durumlarını gizlemek için suçlarını PKK’nin ve Kürt halkının üzerine atmak için bu tip çarpıtmalara ihtiyaç duyuyorlar.




Bizi tanımayanı biz de tanımayız



‘Süreç tıkandı’ sözü Kürt Özgürlük Hareketi’nin bütün bileşenleri tarafından ifade ediliyor. Sayın Öcalan da en son ‘Devlet önerilerime yanıt vermezse benim yapacağım bir şey yoktur’ dedi. Öcalan mealen ‘Önerilerimi ben yaptım, top devlette, hükümette’ diyor. Dolayısıyla çok kritik bir aşamaya gelindiği belli. Herkes de bunun böyle olduğunu kabul ediyor.

Evet.


Siz de daha önceki demeçlerinizde birkaç defa en açık biçimiyle bunu ortaya koydunuz zaten.

Evet.


Şimdi birçok şey söyleniyor. ‘Süreç devam ediyor’ sözünün edilebilmesi için Kürt Özgürlük Hareketi’nden bir dizi talep sıralanıyor. Bunların öne çıkanı, ‘diyalog süreci müzakereye dönüşmeli ve bir de üçüncü göz süreci izlerse süreç bizim açımızdan devam ediyor diyebiliriz’ mi demek istiyorsunuz?

Süreç çökmüştür. Çökmemesi için müzakerelere geçilmesi gerekiyordu. Bunun da 1 Haziran’da yapılması gerekiyordu. Ama 1 Haziran’da bu adım atılmadı ve hala da atılmış değil; süreç onun için çökmüştür. Biz Önder Apo’nun Newroz’da dünyaya ilan ettiği tarihi açıklamaların ve stratejinin arkasındayız. Ve bunun uygulanmasını istiyoruz. Bunu uygulamayan, buna gelmeyen Türk devleti ve hükümetinin kendisidir. Bunu sabote eden Türk devleti ve hükümetidir. Kamuoyunun bunu bilmesi gerekiyor. Şu anda uygulamadığı için, bütün demokratik siyaset yolları kapatıldığı için, sadece savaş kapasını bize açık bıraktıkları için ve bizi de buraya sürüklemek istedikleri için, bunu dayattıkları için, biz buna son vermeyi amaçlayan tutumlar takındık. Dedik ki; bizi siz buna sürükleyemezsiniz. Eğer “Dünya bizden yanadır, işte Önder Apo da Newroz’da tarihi açıklamayı yaptı, işte bir daha bunlar savaşamaz savaşırsa işte haksız duruma düşerler, işte dünya da arkamızdadır. NATO da arkamızdadır, kapitalist modernist sistem de arkamızdadır. İşbirlikçi Kürtler de yanımızdadır...”


Yani hükümet bunlardan kuvvet alarak adım atmaya lüzum yok mu diyor?

Dolayısıyla ‘Biz sorunu çözmeyiz. Savaşı dayatırız. Savaşamazlar, teslim alırız. Tasfiye ederiz’ mantığıyla adım atmadılar, müzakereye geçmediler, işleri o noktada çıkmaza sürüklediler ve süreci çökerttiler. Şimdi biz sürecin yeniden gelişebilmesi için müzakerelerin yapılması gerektiğini söylüyoruz. Müzakerelerin yapılabilmesi için de üç temel şartımız var.

Birincisi; Önder Apo’nun içinde bulunduğu koşulların kesinlikle değiştirilmesi gerekiyor. Ağır mahkumiyet koşullarının ortadan kaldırılması gerekiyor. O bir ağır mahkum değildir. O bir halkın önderidir, özgür bir kişiliktir. Böyle yaklaşılması gerekiyor. Taktik amaçlı değil, oyalama amaçlı değil, Önder Apo’ya stratejik yaklaşmaları gerekiyor. Eşit şartlarda Önder Apo’yla görüşmeleri gerekiyor. Şimdiye kadar hiçbir zaman Önder Apo’yla eşit şartlarda oturmadılar. Eşitsiz şartlarda siyasetin, ahlakın ilkelerine uymayan tarzda Önder Apo’yla görüşmeler yaptılar. Buna son verilmesi gerekiyor.

İkincisi; Türk yasalarında değişiklik yapılması gerekiyor. Hiçbir yasa değilşikliği yapılmadan ve Önder Apo o ağır mahkumiyet koşulları altında tutularak o psikoloji, o ortam içerisinde tutularak hiçbir kimseyle görüştürülmeyerek bu yasadışı tutumlar sürdürülemez. Buna da son verilmesi gerekiyor. Onun için yasalarda değişiklerin yapılması gerekiyor. Ve kamuoyunun da bunu bilmesi gerekiyor.


Kastettiğiniz sadece Sayın Öcalan’ın koşullarına yönelik yasal değişikler mi...

Sadece Önderliğimize yönelik değil, önderliğimize, hareketimize ve Kürt halkına karşı yasalar var. Bu yasaların değiştirilmesi gerekiyor. Örneğin bir anti-terör yasası, örneğin diyelim bir siyasi partiler yasası, seçim yasası, buna benzer birçok yasalar var. Kürtlere yönelik yasakçı yasalar var. İkinci şartımız da bu yasaların değişmesidir.

Üçüncüsü de, bütün görüşmelerin, müzakerelerin, üçüncü bir tarafın gözetimi altında olmasıdır. Bunu da şunun için söylüyoruz. Çünkü Türk hükümetinin adaya gönderdiği heyetle Önder Apo arasında yapılan görüşmeler var. Bu görüşmelerde varılan sonuçlar var. Burada varılan sonuçlar bizim tarafımızdan pratikleştirilirken, Türk devleti ve hükümeti bunlardan hiçbirini pratikleştirmiyor. Üstelik inkar ediyor.


Görüşmelerin şahidi yok yani...

Şahidi olmadığı için zaten inkar edebiliyor. Şahidi olsa inkar edemezdi. Onun için biz üçüncü bir tarafın gözetimi altında müzakerelerin yapılmasını istiyoruz. Eğer bu üç şart kabul edilir, yerine getirilse o zaman süreç tekrar canlanır. Müzakerelere geçilebilir. Yani 2. aşamaya geçilebilir. Aksi takdirde kesinlikle süreç çökmüştür, bitmiştir. Bunun herkes tarafından bilinmesi gerekiyor. Şimdi biz daha gerillayı çekmeden önce öneride bulunduk. Üçüncü tarafın bunu gözetlemesi gerektiğini söyledik. Ama bunu da kabul etmedi Türkiye.


Kimlerden oluşmalı bu gözlemci heyet?

İsterse hükümet parlamentoda bunu yapsın, isterse dışından olabilir.


Örneğin Akil İnsanlar benzeri bir heyet mi?

Türkiye’de bu işi yapabilecek çok sayıda insan var, akademisyenler, sanatçılar, yazarlar, sivil toplum örgütleri var.


Üçüncü bir devlet de var mı bu önerinin içinde?

Üçüncü bir devleti de söyledik. Onu da söyledik. Yani, eğer Türkiye parlamentosunda böyle bir gözlemci heyet üçüncü bir taraf oluşturulamıyorsa, Türkiye içinden kişilerle bu oluşturulabilir. Eğer bu da olmuyorsa dışarıdan bir devlet olabilir. Veya uluslararası bazı kuruluşlar olabilir. Ama Türkiye bunların hiçbirini kabul etmedi. Neden, çünkü amacında Kürt sorununu çözme yoktur da ondan. Eğer amacında çözüm olsaydı kesinlikle bu mekanizmayı kabul etmesi gerekirdi. Çünkü bütün dünyada sorunlar çözülürken üçüncü tarafın gözetiminde süreç işlemiştir. Niye Türkiye üçüncü taraf istemiyor. Demek ki sorunu çözmek istemiyor buna şahitlik edecek kimseyi istemiyor, onun için kabul etmedi.


Verdiğiniz bilgilerden sürecin neden bu noktaya geldiği çok açık anlaşılıyor. Bu tartışmanın şöyle bir yanı daha var. Şimdi süreç deyince bizim okuyucularımız iki süreç anlıyor. Birincisi, Kürt sorununda elzem olan, acil sorunların çözümüne yönelik süren bir diyalog süreci ve onun geldiği aşama üzerine süren tartışma. Diğeri ise Amed Newroz’unda Sayın Öcalan tarafından ilan edilen staratejik bir değişim süreci. Şimdi bu süreç tehlikede tıkandı derken bunların ikisi içi içe algılanıyor.

Doğru.


Demokratik Kurtuluş Özgür Yaşam başlığıyla Sayın Öcalan tarafından ilan edilen ve ardından PKK belgelerinde de çok sıkça sözü edilen stratejik yönelime ilişkin bir dizi düzenlemelerin yapıldığına, kararların alındığına şahit olduk. Ne var ki zihinlerde ve gündelik hayatta diyalog sürecindeki tıkanıklık hiç ayrıştırılmadan, ‘Demokratik Kurtuluş Özgür Yaşam stratejisi de tıkandı’ olarak algılanıyor.

Evet.


Bunlar adeta birbirinden hiç ayrıştırılmadan konuşuluyor.

Evet.


Devletle süren diyalog sürecindeki tıkanıklığa rağmen ‘stratejik süreç’ işliyor mu? Bu iki süreci tam olarak açıklığa kavuşturmakta sanırım fayda var. Ne dersiniz?

Evet evet doğru. Şimdi Önder Apo, Newroz’da Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa etme strajesini ilan etti. Şimdi bu sadece Kürt sorununu çözmeye yönelik bir strateji değil. Bir yönü Kürt sorununun çözümünü içeriyor. Ama bir yönü de toplumun demokratikleşmesini, özgür yaşamın, bireyin geliştirilmesini, Ortadoğu çapında siyasetin demokratikleştirilmesini, toplumun demokratikleştirilmesini, yine devletin kurumlarının, mekanizmalarının demokratikleştirilmesini hedefleyen bir stratejidir. Aslında bunların ikisi de birbirine bağlı, birbirini tamamlayan adımlardır. Biri olmadan öteki olamaz. Bunlar bir stratejinin parçalarıdır. Esasta da bir bütünü oluşturuyor. Kürt sorununun çözümü bu stratejinin bir parçasıdır aslında. Yani geliştirilmek istenen, Ortadoğu’yu demokratikleştirme, toplumunu, siyasetini, yönetimini, burdan özgür yaşamı, özgür toplumu, özgür bireyi geliştirme stratejisinin bir parçasıdır Kürt sorununun çözümü. Dikkat edilirse Türkiye’de Kürt sorununun çözümünü biz Türkiye’nin demokratikleştirilmesinde gördük. Böyle ele aldık. Bu strateji gereğince. Bu aslında Newroz’da geliştirilen bir süreç değil. Daha PKK’nin oluşumundan itibaren PKK’nin yaklaşımıdır bu. Yani PKK Kürt sorunuyla ilgilendiği kadar Türkiye toplumunun diğer sorunlarıyla da ilgilenen bir harekettir. Giderek hatta onu da aşan, Ortadoğu çapında Ortadoğu’daki halkların demokrasi, özgürlük, adalet, eşitlik, barış sorunlarını çözmeyi amaçlayan ve giderek onu da aşan, evrensel düzeyde siyaset yapan, bu sorunları çözmeyi hedefleyen bir harekettir. Önder Apo’nun şu anda ulaştığı düzey evrensel bir düzeydir. Öyle yerel, bölgesel bir düzey değildir. 

Elbette ki tikelle evrenseli birleştiren, esas alan bir Önderliktir. Şimdi bu Newroz’da geliştirdiği strateji de aslında evrensellikle tikelliği esas alan bir stratejidir. Bir kere Kürt sorununun çözümü demokrasi stratejisinden geçiyor. Böyle bir strateji geliştirmeden, bu stratejiye dayalı olarak toplumu demokratikleştirmeden, siyaseti demokratikleştirmeden, var olan diyelim devlet kurumlarını ve yapılarını demokratikleştirmeden yani zihniyeti değiştirmeden Kürt sorununu çözmek çok zordur. Bu bir gerçektir. Newroz’da geliştirilen strateji bunu amaçlıyor, bunu hedefliyor. Şimdi Önder Apo, hareketimiz bunu Türk devletiyle müzakere yaparak gerçekleştirmek istedi. Bu stratejiyi bu temelde geliştirmek istedi. Bütün çabalarını bu yönde geliştirdi. Ama devlette zihniyet değişikliği olmadığı için, yine hükümette zihniyet değişikliği olmadığı için Önder Apo’yla uzlaşarak bunun gereklerini yerine getiren adımları kesinlikle atmadı.


Yani bu stratejinin hayat bulabilmesi için demokratik bir zemin lazımdır, buna müsaade edilmiyor mu diyorsunuz.

Evet tam da oraya gelecektim. Şimdi devletle uzlaşarak, müzakereler yapılarak bu strateji yaşam bulacaktı. Devlet uzlaşmaya gelemeyince bu strajenin hareket tarafından hayata geçirilmesi gerekiyor. Şimdi bizim önümüze koyduğumuz budur. Demokratik özerkliği, demokratik ulusu devletle müzakere yaparak geliştiremedi. Devlet uzlaşmayı kabul etmedi, süreç çöktü. Bu temelde sorunların çözümünü istemedi. Bunun üzerine şimdi PKK demokratik ulusu, demokratik özerkliği, bu temelde öngördüğü demokratik konfederalizmi kendi mücadelesiyle geliştirecektir. Bu stratejiyi bu tarzda uygulayacaktır. Bundan vazgeçmemiştir. Asla da vazgeçmeyecektir.



Kendi yasalarımızı uygulamaya başlayacağız


Geçtiğimiz günlerde ‘Demokratik Kurtuluş Özgür Yaşam stratejisini kendimiz inşa edeceğiz’ tartışması da oldu. Sayın Öcalan’ın da ‘Kendiniz yapın’ minvalinde açıklamaları oldu. BDP ve PKK sözcülerinden de buna yönelik açıklamalar oldu. ‘Kendimiz yapacağız’dan kasdedilen ne, birkaç örnekle bunu açabilir misiniz?

Biz aslında devletle müzakere ederek bu sorunları çözmek istiyorduk. Demokratik uluslaşmayı, demokratik özerkliği, bunun üzerinden demokratik konfederalizmi geliştirmeyi devletle müzakereler yaparak, uzlaşarak geliştirmek istiyorduk ama maalesef devlet buna gelmedi. Buna kapısını kapatmış durumda. Şimdi bu kapıyı biz mücadeleyle açacağız yeniden. Eğer açmazsa biz bunu mücadeleyle açmaya çalışacağız. Onun için artık devletle bu sorunları müzakere yaparak değil bu devletle mücadele ederek biz yine demokratik uluslaşmayı, demokratik özerkliği demokratik konfedaralizmi geliştirmeye çalışacağız. Devlet bizi kabul ettiği oranda biz devleti kabul edeceğiz. Eğer devlet bizi kabul etmezse biz de o devleti kabul etmeyeceğiz.

Onun hiçbir yasasını kabul etmeyeceğiz. Kendi yasalarımızı uygulayacağız. Kendi kurallarımızı uygulayacağız. Kendi yasa ve kurallarımıza dayanarak mücadelemizi bütün alanlarda yürüteceğiz. Ve bununla sorunları çözmeyi amaçlayacağız. Belirtmek istediğimiz budur. Örneğin, diyelim Türkiye mahkemeleri var. Halkımızın o mahkemelere gitmemesi gerekiyor. Kendi mahkemelerini geliştirmesi gerekiyor. Bütün sorunlarını kendi mahkemelerinde ele alıp çözmesi gerekiyor. Yine eğitimi kendi olanaklarıyla geliştirmesi gerekiyor. Oysa ki devlet müzakereye gelseydi sorunları devletle birlikte anayasal zeminde çözecektik. Yasal zeminde çözecektik. Ama devlet buna gelmediği için kendi zeminimizde kendi yasalarımızla biz bunu çözmeye çalışacağız.




Kürdistan devrimin ve savaşın merkezi


3. Dünya Savaşı’nın merkezi Kürdistan


Dün İran Rejimi 2 Kürdistanlıyı idam etti. Önceki gün ise Rojava’da Til Koçer sınır kapısını YPG ele geçirdi. Irak Dışişleri Bakanı Zebari Türkiye’ye gitti. İran Türkiye diplomasisi hız kazandı. KDP Salih Muslim’e kapıyı kapattı. Bugünlerde bunun gibi birçok gelişme oluyor. Diplomasi trafiği yoğunlaştı.

Doğru doğru.


Neler oluyor, bu olan bitenlerin manası ne?

Şimdi dikkat edilirse 1. ve 2. Dünya Savaşları sonucunda Ortadoğu’daki statü Kürtlerin parçalanması, inkarı ve imhası üzerinde oluşturuldu. Ortadoğu dünyanın belkemiğidir. Bütün ilklerin geliştiği yerdir. Bugünkü dünyanın kökleri, temelleri Ortadoğu’dadır. Bugünkü dünya Ortadoğu üzerinden gelişmiş, şekillenmiş ve günümüze varmıştır. Ortadoğu her dönemde önemlidir. Hiçbir dönemde öneminden hiçbir şey kaybetmemiştir. Günümüze kadar dünya çapında hegemonya kurmak isteyen güçler mutlaka Ortadoğu’yu ele geçirmek istemiştir. Ortadoğu’yu ele geçirmek demek dünyayı ele geçirmek demektir. Her şeyi kendisiyle başlatmak demektir. Ortadoğu’da egemen olamayan, dünyada hegemonyasını kuramaz. Tarihi iyi incelersek bunu çok net görebiliriz. 1. ve 2. Dünya Savaşlarının amaçları nedir? Kapitalist modernitenin dünya hakimiyeti peşinde koşmasıdır. Bu savaşlar bunun için yapılmıştır.


Evet.

Pazarları ele geçirmek halkları ele geçirmek, işte sömürü kaynaklarını daha da güçlendirmek. İstikrar kavgası, pazar kavgası, çıkar kavgası dolayısıyla. Ortadoğu üzerinde bu kavga yürütülmüştür. Bunun sonucunda bir statü oluşturulmuştur. Bu statüye dayandırılarak sistem yürütülmüştür. 1. ve 2. Dünya Savaşlarında Kürtlere bu statüde yer vermeme, dışında tutma, parçalama, inkar, imhaya tabi tutma söz konusu olumuştur. Statü dolayısıyla da uluslararası sistem bunun üzerine oturtulmuştur. Şimdi ise bir 3. Dünya Savaşı yaşanıyor Ortadoğu’da. Belki başkaları böyle adlandırmıyor ama biz böyle adlandırıyoruz. Bu bir dünya savaşıdır. Bu savaşla Ortadoğu’da yeniden bir statü oluşturulmak isteniyor. Dünya kapitalist modernist sistemi bu yaratılacak statü üzerinden yürütülmek isteniyor. Nasıl ki 1. ve 2 . Dünya Savaşlarında Kürtler stratejik bir önem ifade ediyorduysa 3. Dünya Savaşı döneminde de Kürtler stratejik bir güçtür. Onu ifade ediyor. Ama 3. Dünya Savaşı’ndaki koşullarla 1. ve 2. Dünya Savaşı’ndaki koşullar Kürtler açısından çok farklı.


Savaşın yöntemleri de aynı değil.

Bütün yönleriyle değişik. Kürtler bütün parçalarda mücadele yürütüyor. Bilinçlenmiş, örgütlenmiş, Önderlikleri var, stratejileri var, buna uygun taktikleri var. Ve artık Kürtler 1. ve 2. Dünya Savaşlarındaki statülerini yaşamayacaklarını mücadeleleriyle açıkça ortaya koydular. Artık Ortadoğu’da yeni statü Kürtlersiz oluşamaz. Kürtlere dayanılarak statü oluşturulacaktır. PKK yürüttüğü mücadele ile Kürtleri Ortadoğu’nun en önemli gücü haline getirmiştir. Belirleyici gücü durumuna getirmiştir. Artık PKK’siz, Kürtlersiz Ortadoğu’da siyaset yapılamaz, yeni statüler oluşturulamaz. Bu artık herkesin bildiği gördüğü yer yer itiraf ettiği bir gerçektir. Şimdi burada şunu da önemle vurgulamak istiyorum. Herkesin dikkatini şu noktaya çekmek istiyorum. 3. Dünya Savaşı’nın başlangıcında Önder Apo’ya, PKK’ye ve Kürt halkına karşı uluslararası komplo gerçekleştirildi.


Sayın Öcalan’a yaklaşım savaş veya barış sebebidir’ politikanız bu analize dayanarak mı söyleniyor.

Elbette. İşte bu kurulu dengeleri altüst ettiği için istedikleri gibi bir müdaheleyi tehlikeye soktuğu için bu müdahelenin dayanacağı en önemli ayak da Kürt işbirlikçiliği olduğu için, Kürt işbirlikçiliği de bu gelişmeler karşısında daraltıldığı ve tehlikeye sokulduğu için, dolayısıyla kapitalist modernitenin Ortadoğu’ya müdahelesi giderek tehlikeye giriyordu. Bu gelişmenin önlenmesi gerekiyordu. Onun için uluslararası komplo geliştirildi. Ve dikkat edilirse ardından bu savaş Ortadoğu çapında geliştirildi ve en son Suriye’de tamamlanmak isteniyor. Suriye bunun son halkası. Suriye’de ortaya çıkacak sonuçlara göre Ortadoğu yeniden düzenlenecektir. Fakat bu savaş Suriye’de bir türlü sonuçlandırılamıyor. Neden? Çünkü Suriye’de yaşanan diğer ülkelerde yaşananlara benzemiyor da ondan. Çünkü Kürtler Suriye’de belirleyici güç konumundalar da ondan. Savaş Suriye’ye geldi. Suriye’de Halep-Şam’da devam etti. Ve şimdi Rojava’da savaş sürüyor. Savaş uluslararası komployla başlatıldı ve şimdi gerçek zemininde yürütülüyor. Kürdistan üzerinde savaş yürütülüyor.

1. ve 2. Dünya Savaşları da Kürdistan üzerinde yürütüldü. Statü Kürtlerin parçalanması inkar ve imhası üzerinden oluşturuldu. Dünya sistemi bunun üzerine oturtuldu. Şimdi ise yeni statü artık Kürtlersiz oluşamaz. Artık parçalanmaya inkar imhaya dayalı bir statü oluşamaz. Kürtlere dayalı bir statü oluşturmak zorunda. Statü Ortadoğu’da buna dayandırılacak dünya sistemi bunun üzerine oturtulacak. Şimdi burada şu soru sorun; Hangi Kürtle bu statü oluşturulacak. Sorun burada, düğüm noktası budur. İşbirlikçi Kürde dayanılarak mı statü oluşturulacak özgür Kürde dayalı mı statü oluşturulacak. Şimdi bu herkesin kaderini belirleyecek. Eğer işbirlikçi Kürde dayalı bir statü oluşturulursa bunun Ortadoğu açısından insanlık açısından yol açacağı sonuçlar farklı olacaktır. Özgür Kürde dayalı bir statü oluşturulursa bunun Ortadoğu ve uluslararası yol açacağı sonuçlar da farklı olacaktır. Şimdi savaşın Kürtler üzerinde PKK üzerinde yoğunlaşmasının nedeni budur. Önder Apo’ya karşı uluslararası bir komplonun yürütülmesi bu komplo birçok kez yenilgiye uğratılmasına rağmen yeniden yeniden sürdürülmesindeki ısrarın altında yatan gerçek de budur. Çünkü PKK giderek Ortadoğu’da ağırlığını hissettiren bir hareket haline geldi, inisiyatifi eline alan bir hareket haline geldi. Kendisine yönelik bütün komploları boşa çıkardı. Bir çok siyaseti işlemez kıldı. Ve Kürtleri Ortadoğu’nun en belirleyici gücü haline getirdi. Onun için artık PKK’siz, Kürtlersiz bir statü oluşamaz. İşte kapitalist modernist sistem onun Ortadoğu’daki işbirlikçi dayanakları bunu kendilerine tehlikeli görüyor ve bu tehlikenin önüne geçmeye çalışıyorlar. Onun için işte Rojava devrimi karşısında bütün güçler birleşiyor. Onun için orayı ezmek istiyorlar. Bu işte Suriye’nin kaderini tayin edecek. Bu Ortadoğu’nun kaderini tayin edecek. Düğüm orada çözümlenecek. Şimdi Rojava’daki Kürt özgürlük hareketi aslında Cephetül El Nusra işte Irak Ülkesi ve Şam İslam Devleti örgütü (IŞİD) hariç herkes için temel bir güvence haline gelmiştir. Diğer İslami kesimler için de, herkes için de bu böyle. Suriye devleti için bir güvencedir. Suriye muhalefeti için bir güvencedir. 

Bütün muhalif güçler için. Yine Kürtler için bir güvencedir. Amerikası, Rusyası herkes için bir güvencedir. Çünkü orada devlet var, Cephetül El Nusra ve IŞİD hareketi var, bir de Kürtler var. Diğer muhalif güçler çok etkisizdir. Muhalefete egemen olan El Nusra ile IŞİD hareketidir. Bunlar tümüyle Suriye muhalefeti denilen muhalefete egemendir. Kürtler hariç.


Esad’a karşı savaşı esasen bu iki örgüt mü yürütüyor.

Evet onlar yürütüyor ve onlara karşı da hiçbir muhalif grup duramıyor.


O oluşturulan çatı örgütlerini falan da esasen bunlar yönetiyor öyle mi?

Hepsi hepsi. Hepsi bunlara aittir. Birçok sahte örgütler de kurmuşlar. Cephetül El Nusra Suriyeli kişilerden oluşuyor daha çok. IŞİD denen örgüt ise Suriye dışındakilerden oluşuyor. Bu bir nevi bölgesel bir güçtür. Ve uluslararası radikal islamcı denilen, çete dediğimiz güçler burada yer alıyor. El Nusra’da ise Suriyeli radikal islamcı çeteler yer alıyor.

IŞİD örgütü mensuplarının çoğu Iraklıdır. Irak zindanlarından kaçan veya kaçırılan 2 bin kişi onun belkemiğidir. Bir de Çeçenler bunun bel kemiğidir. Bu hareketin yönetimi de İstanbul’da Türkler tarafından oluşturulmuştur. İkisi Çeçen’dir biri Iraklıdır. Türk hükümeti istihbaratı bunları İstanbul’da bir araya getirerek bunları örgütleyerek bu hareketi yaratmıştır. Bu hareketi yönlendiren, bu hareketi savaştıran Türkiye’nin kendisidir. 


Türkiye devletinin oradaki uzantısı El Nusra’dan ziyade öbürü diyorsunuz.

Öbürüdür. Esasen savaşı yürüten IŞİD zaten. El Nusra onun bir kolu gibidir. Ve küçüktür. Ama birliktedirler. Ama esas yöneten diğeridir. Onları da İstanbul’da Türkiye örgütledi. Şimdi Türkiye bu harekete her türlü desteği veriyor. Uluslararası bütün ülkelerden adamlar topluyor İstanbul’a getiriyor. Otellerde barındırıyor. Daha sonra arabalarla Hatay, Antep, Urfa yörelerine getiriyor. 

Buralarda askeri kamplar var. Türk hükümeti devletinin kurduğu kamplardır. Buralarda bunlar askeri olarak eğitiliyor, donatılıyor ve oradan Suriye’ye gönderiliyor. Yine Fethullah Gülen ekibi cemaati Hüda-Par denen örgüt bunları evlerde örgütlüyor, eğitiyor sonra askeri kamplarda bunlar eğitim görüyor, gönderiliyor. Türkiye umudunu Rojava’daki devrimin boğulmasına bağladı. 



Rojava küllerinden doğdu


Rojava halkı her şeyi göze alan bir halktır. Adeta küllerinden kendini yaratıyor. Ekonomik askeri siyasi diplomatik kuşatma altında askeri saldırılar altında boşaltmalar altında o halk yine de büyük bir direniş sergiliyor. Ve bu halk sadece kendisi için direnmiyor. Bütün Kürtlerin onuru için direniyor. Bütün Ortadoğu halklarının ve insanlığın onuru için direniyor. Bence oradaki direnişi insan çeşitli dönemlerde yaşanan örneklere benzetebilir. Örneğin 17 Ekim Sovyet devriminde yaşanan duruma benzetebilir bir yönüyle. Yine nasıl ki 2. Dünya Savaşı’nda Stalingrad kuşatması oldu. İşte Sovyetler orada direndi ve orada Hitler faşizmine esas büyük darbeyi vurdu, yenilgiyi tattırdı. Rojava’da da benzer bir durum yaşanıyor. Büyük bir kuşatma, saldırı altında direniş yürütüyor. Onun için görkemlidir. Onun için insanlık onurunu temsil eden bir direniştir. Bunun herkesce böyle görülmesi gerekiyor. Doğru olan budur.



İran Türkiye’nin bizimle çatışmasını istiyor


Evet. Bu gelişmeler karşısında İran’ın durumunu sormuştum. En son iki Kürdistanlı idam edildi.

Şimdi İran’daki idamlar aslında tesadüf değil. Dikkat edilirse, PJAK’a yönelik idamlar oluyor. Yine işte Irak Dışişleri Bakanı Türkiye’ye gidiyor. Uzun bir süredir ilişkileri gergindi, birden ısınmaya başladı. Yine İran’ın yeni yönetiminin Dışişleri Bakanı ilk yurtdışı gezisini Türkiye’ye yaptı. Yine KDP ile Irak görüşmeleri başladı. İşte Irak Türkiye, İran Türkiye, KDP Irak, KDP Türkiye, KDP İran, yine İran Türkiye, ABD KDP YNK GORAN görüşmeleri... Çok yoğun bir görüşme trafiği yaşandığına tanık oluyoruz. Şimdi bu görüşmelerin elbetteki birçok nedeni var. Bir nedeni Kürt sorunudur. Bunun içinde de işte Kürt özgürlük hareketidir. Bir nedeni de Güney seçimleri oldu. Burada ortaya çıkan bir istikrarsızlık var, bunun yarattığı tehlike var. Bunu gidermeye yönelik çabalardır. Bir yönüyle Suriye’deki durumdur. Bu trafik bütün bu sorunları çözmeyi amaçlıyor. Türkiye İran yakınlaşması var. Eğer İran bu süreçte bu idamları yaptıysa bunun Kürdistan’daki gelişmelerle Suriye’deki gelişmelerle yine bağı var. Bu idamlarla İran Türkiye’ye mesaj veriyor. Çünkü hareketimizin açıklamaları oldu Türkiye’deki sürece ilişkin. Sürecin çöktüğüne dair. Müzakerelerin gelişmediğine dair. ‘Eğer müzakereler gelişmezse bu süreç bitmiştir’ biçimde açıklamalar yaptık. İran bunu değerlendirmeye çalışıyor. Bu idamlarla Türkiye’yi yeniden hareketin üzerine sürmeyi amaçlıyor. Çatışmaların savaşın gelişmesini amaçlıyor. Çünkü savaşın PKK ile Türkiye arasında gelişmesinden İran yararlanır. Dolayısıyla Türkiye’yi daha çok yanına çekebilir. Türkiye’nin Amerika’yla İsrail benzeri güçlerle kendisine karşı durmasının önünü alabilir. Türkiye ile daha iyi ilişkiler geliştirebilir. İdamları yapmasının bir nedeni budur. Diğer bir nedeni, Kürtlere yönelik eskiden ortak hareket ediyorlardı. Bu parçalandı. Bunu yeniden sağlamanın yolları aranıyor. Çünkü Kürt hareketi hele hele PKK hareketi işte giderek Ortadoğu’nun en belirleyici gücü haline geldi. Bunu kendileri açısından tehlikeli görüyorlar. Bu tehlikeye karşı yeniden aralarındaki diğer sorunları bir tarafa iterek Kürt meselesinde PKK meselesinde biraraya gelmeyi deniyorlar. Bunun çabalarını yürütüyorlar. Şimdi Suriye’de Rojava’da çatışamalar yoğunlaştı. İşte Rojava’da Til Koçer kapısı ele geçirildi. Dengeler değişmeye başladı. Çünkü Til Koçer’in ele geçirilmesi orada Kürt hareketini daha da güçlü hale getirdi. Daha belirleyici hale getirdi Suriye sorununun çözümünde. Oradaki devrime öncülük eden hareketi işte Türkiye, KDP, ABD benzeri güçler Cenevre’ye sokmamaya çalışıyor. İşte Til Koçer bu açıdan çok önemli. Bu karşı çabalara darbe vuruyor. Dengeleri yine biraz değiştiriyor. Onun için bu gelişmelerin önü alınmak isteniyor. KDP büyük bir ambargo uyguluyordu. Til Koçer’in işte ele geçirilmesiyle bu ambargo boşa çıkabilir. Çünkü orda kapı açılabilir. Bu kapının açılmamasının çabasını yürütmek istiyorlar. İşte Irak’la görüşmelerinin bir nedeni de budur. Rojava Suriye’nin yeni şekillenmesinde daha da önemli bir güç haline gelebilir. Bu tabi birçok gücün hesaplarını altüst eder. Onun için bunun önüne geçmek istiyorlar. Bu kadar görüşmenin yoğunlaşması işte bundan ötürüdür. Bütün bu trafiğin arkasında da İran vardır. Bu trafiği İran yönetiyor. İran bu siyasette ustadır.






Cemil Bayık: KDP İPE un seriyor



Bayık, Ulusal Kongre’nin neden yapılamadığına ‘KDP, tek başına aldığı kararlarla ipe un seriyor’ sözleriyle açıklık getirdi.

KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık, Türkiye, İran ve ABD, KDP ile birlikte demokratik bir tarzda Kürt Ulusal Kongresi’nin toplanmasını istemediği için kilitlenme yaşandığını fakat bunu aşmaya çalıştıklarını söyledi.



Kongre’yi Türkiye, İran, ABD engelliyor


KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık’a söyleşinin bu bölümde yıllardır üzerine çok söz edilen ve son dönemlerde toplanması için somut adımları atılan ve fakat bir türlü toplanamayan Kürt Ulusal Kongresi’nin neden yapılamadığını sorduk.


Bu coğrafyada yaşanan bu kadar cangılın arasında elbette Kürtlerin de bir masa etrafında oturup konuşması başta Sayın Öcalan olmak üzere Kürdistani tüm siyasal güçler tarafından sıkça dile getirilen bir konu. Sayın Öcalan’ın da bu konudaki ısrarı biliniyor.

Evet.


Bunun için çok yollar denendi. Çerçevesiyle ilgili olsun Konferans veya Kongre biçiminde o tür bir masanın kurulması için çok uğraşıldı. PKK’nin de toplanması için çok uğraştığına tanık olduk.

Evet.


Ama yılan hikayesine döndü. Bir biçimde Kürtlerin bir masa etrafında oturup sizin 3. Dünya Savaşı dediğiniz süreci kafa kafaya verip bunları değerlendirmesinden doğal hiçbir şey olamazken bu yapılamıyor. Bunun yapılamamasıyla ilgili PKK’ye de suçlamalar yöneltiliyor.

Doğru.


Kimi şahsiyetler işte ‘Bu toplantıya PKK damgasını vurmak istiyor da ondan dolayı toplanamıyor Kongre’ gibi birçok sebebin yanında bu tür suçlamalar da yapıyor. Nedir durum? Kürt Ulusal Kongresi neden toplanamıyor? Ya da toplanması elzem değil mi? Sorun ne?

Böyle bir Kongre’nin gerçekleşmesinin zamanı gelmiştir. Hatta geçiyor da. Gecikilmiş bir adımdır. Biz böyle bir Kongre’nin gerçekleşmesi için büyük çaba yürüttük ve hala da yürütüyoruz ve bundan sonra da yürüteceğiz. Çünkü Kürt halkının ve Ortadoğu halklarının çıkarı bunu gerektiriyor. Sadece Kürtlerin çıkarı değil Ortadoğu halklarının da çıkarı Kürt Ulusal Kongresi’nin toplanmasını ve başarıyla gerçekleşmesini istiyor. Çünkü Ortadoğu’nun en önemli sorunudur. İstikrarsızlığın, savaşın gerginliğin temelidir. Bu sorun çözülmedikçe Ortadoğu’da kesinlikle savaşlar bitmeyecektir. Gerginlikler çelişki çatışmalar tahribatlar bitmeyecektir. Çünkü Kürtlerin doğal hakları verilmedikçe Kürtler mücadelesini sürdürecektir. Dolayısıyla bu sorun çözülmeden Ortadoğu’ya istikrar gelemez. Nasıl ki Ortadoğu dünyanın belkemiği ise Ortadoğu’nun belkemiği de Kürdistan’dır. Bugün Kürdistan, Türkiye-Suriye-Irak-İran arasında parçalanmış bir ülke ve halktır. Elbette ki buradaki gelişmeler bu devletleri yakından ilgilendiren gelişmelerdir. Dolayısıyla Ortadoğu’yu yakından ilgilendiren gelişmeler. Kürtler yürüttükleri mücadeleyle belli bir düzey kazandılar ve Ortadoğu’nun en belirgin gücü haline geldiler. Artık yeni statünün Kürtlere dayalı geliştirilmesi gerekiyor. Kürtlerin hem sorunlarını çözmesi gerekiyor, hem de komşu halklarla devletlerle olan devletlerden kaynaklı sorunlarını çözmeleri gerekiyor. Kongre’nin buna hizmet etmesi gerekir. Eğer Kongre bu temelde gerçekleşirse o Kongre hem Kürt sorununun çözümüne hizmet edecek hem de Kürtlerle komşu devletler ve bu devletlerin yine halklar arasında yarattığı sorunların çözümüne hizmet edecektir. Ortadoğu halklarının demokrasi ve özgürlük sorunlarının çözmesine hizmet edecektir. Burada Kürtler buna öncülük yapacaktır. Ortadoğu’ya barış istikrar demokrasi özgürlük adalet bu temelde gelecektir. O çokca iddia edildiği gibi varolan rejimlerle veya dış kapitalist modernizmin müdahaleleriyle onların yarattığı yeni bir iktidar ama yeni olmayan milliyetçi dinci karakterli devletlerle bu olmayacaktır. Ortadoğu’da klasik devlet onun siyaset tarzı bitmiştir. Yine ulus devlet onun siyaset tarzı önemli ölçüde aşınmıştır, bitmiştir. Özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra bir süreç dünyada gelişmeye başladı. Özellikle de ulus devlet ve onun siyaset tarzının sorgulanması gelişti. Bugün Ortadoğu’da en çok sorgulanan da bu devlet anlayışı ve bunun siyaset tarzıdır. Ortadoğu halkları artık özgürlük için demokrasi için mücadele ediyor, bunun arayışı içerisinde. Ne var olan yönetimleri iktidarları kabul ediyor, ne onların yerine geçirilmek istenen kapitalist modernite tarafından işte milliyetçi dinci iktidarları kabul ediyor, ne de dış müdahaleleri kabul ediyor. Ama hala bu halkların öncülüğü zayıftır. Kapitalist modernist sistem bundan yararlanarak halkların bu enerjisini kendi amaçları temelinde değerlendirmek istiyor. Önder Apo Ortadoğu gerçekliğini, devlet gerçekliğini, ulus devlet gerçekliğini, onun siyaset tarzını çözümledi. İşte ‘4. Savunması’nı bu temelde geliştirdi. Dolayısıyla Ortadoğu halklarının eline nasıl mücadele edecekleri yönünde büyük bir düşünce gücü verdi. Hangi düşünceyle, hangi stratejiyle, hangi sistemi alternatif olarak geliştirirse başarılı olabilir, onun bütün araçlarını ellerine verdi. Dolayısıyla Ortadoğu’da en hazırlıklı güç, en donanımlı güç PKK hareketidir. Bir kere şu bir gerçek; herşey zihniyette kazanılır veya kaybedilir. Doğru olan bir zihniyet başarı getirir. Yanlış olan başarısızlık getirir. Bugün Önder Apo’nun geliştirdiği zihniyet yani ideoloji ve felsefe, dünyanın en güçlü ideoloji ve felsefesidir. Bu düşünce gücü doğru kullanılırsa Ortadoğu halkları zayıflıklarını giderebilir. Doğru bir mücadele yürütebilir. Amaçlarını gerçekleştirebilir. Ulusal Kongre işte bu ortamda geliştirilmek istendi ve hareketimiz buna oldukça önem verdi. Bunu sadece Kürt sorununun çözümü için değil, Ortadoğu sorunlarının çözümü için de önemli gördü. Çünkü Kürt sorununun çözümü demek Ortadoğu halklarının demokrasi özgürlük sorunularının da çözümü demektir. Bu Kongre’nin böyle bir gerçekliği var. Onun için bu Kongre’yi biz önemsedik. Gerçekleşmesini istedik. Bu herhangi bir partinin Kongresi olamaz. Ne PKK’nin Kongresi, ne KDP’nin ne de başka bir partinin Kongresi olamaz. Bütün partilerin kendi kongreleri vardır, kendi kongrelerinde istedikleri kararları alabilirler. Buna kimsenin herhangi bir diyeceği de olamaz. Bir partinin kararı Ulusal Kongre kararı olamaz. Adı üzerinde Ulusal Kongre. Bütün Kürt toplumunu kapsayan onun bütün eğilimlerini kapsayan bir Kongre olmak zorundadır. Kararların da bu temelde çıkması gerekiyor. Yine bu Kongre’nin demokratik bir modelde gerçekleştirilmesi gerekiyor. Kararlarını demokratik tarzda geliştirmesi gerekiyor. Tamamen Kongre’nin demokrasi stratejisini kendisine esas alması gerekiyor. Çünkü bu stratejiyle Kürtler kendi sorunlarını çözebilir, katliamdan kurtulabilir, özgür yaşayabilir. Bu kongrenin yeni sorunlar yaratmaması gerekiyor. Zaten Kürtlerde bazı sorunlar var. Bölünmüş bir toplum farklı farklı sömürgeci devletlerin sömürgeciliğine tabi tutulmuş bir toplum. Parçalanmış bir toplum ve kişilik yapısı var. Dolayısıyla sorunları ağırdır. Bunları gidermek Kürtler arası bir birlik yaratmak kolay değildir. Kürtler arası birliği yaratmak demek; Ortadoğu halkları arasında birlik yaratmak demektir. Bu kadar ağır sorunlar yaşayan bir toplum. Bütünlüğünü kaybetmiş bir toplum yapısı var. Mücadeleyle bu yeniden sağlanmaya çalışılıyor. Elbetteki parçalar arasında sorunlar var, her parçada kendi aralarında sorunlar var. Bu sorunları çözmek kolay değil. Diğer taraftan bir de sorunlara farklı farklı yaklaşan örgütler var, ideolojiler var, siyaset yapma tarzları var. Yine uluslararası kapitalist modernist sistemin o sistemle ilişki içerisinde olan sömürgeci güçlerin Ortadoğu’daki despotik faşist iktidarların Kürt sorununun çözülmemesi için yürüttüğü çabalar var. Özellikle de özgür Kürt’e dayalı bir çözümüm geliştirilmemesi için yürüttükleri çabalar var. Onun için bu Kongre’ye müdahaleleri var. Kongre yapılacaksa da bizim çizdiğimiz çerçevede olmalıdır diyorlar. Eğer o çerçevenin dışına çıkarsak kabul etmeyiz diyorlar. Kürdistan’da da bazı güçler var ki mesela bunların başında da KDP geliyor. Bu çerçevede Kongre’nin gerçekleşmesini istiyor. Oysa ki biz bu Kongre’yi Türk devletini, İran devletini, Amerika devletini memnun etmek için geliştirmiyoruz. Bunların istediği tarzda bir Kongre’yi biz geliştiremeyiz. Biz Kürt halkının ve Ortadoğu halklarının insanlığın hizmetine girecek bir Kongre’nin yapılmasını istiyoruz. PKK’nin istediği budur. PKK onun için şu önerilerde bulundu.

1- Kararlar herhangi bir partinin kararları olmamalı. Bir karar eğer bir örgüt tarafından kabul edilmiyorsa o Kongre’nin gündemine getirilmemeli. Kongre’nin kararı olmamalı. Kongre’de azınlık çoğunluk diye bir şey olmamalı. Kararlar mutabakatla alınmalı. Bütün parçalar gözetilerek, bütün hareketleri, toplumu gözeterek bu kararlar alınmalı.

2-  Model demokratik olmalı. Eşbaşkanlık olmalı. Eşbaşkanlık olduğunda biri bir parçadan diğeri öbür parçadan olmalı. Herhangi bir parçanın egemenliği herhangi bir örgütün egemenliği olmamalı. Ve de eşbaşkanlık sistemi de dönüşümlü olmalı. Yani öyle sürekli aynı kişilere dayandırılmamalı. Mesela Avrupa Birliği var. 6 ayda bir değiştiriliyor. Belki Kürtlerde 6 ay erken olabilir. 1 yıl olabilir veya 2 yıl olsun. Ama dönüşümlü olsun. Demokratik olsun. Yani bu hem varolan Kürtler arasındaki sorunları çözer, hem de uluslararası alanda Kürtlerin itibarını artırır. Çünkü Kürtler adalet yüzü görmemiş bir halktır. Hep adaletsizliğe uğramış. Kürtler adaletli olmak zorunda. Adaleti de ilk önce kendi içinde yaratmak zorunda ki adaletli bir hareket Ortadoğu’da geliştirebilsin. Bunun öncülüğünü yapabilsin; Kürtlerden beklenen istenen doğru olan da budur. Onun işte Kongresi’ni gerçekleştirirken kararlarını doğru geliştirmeli modelini doğru geliştirmeli ki adalet gerçekleşsin. Adaleti de Ortadoğu’da geliştirebilsin. Biz Kongre’nin bu temelde yapılmasını istedik bunları çeşitli dönemlerde kamuoyuna yansıttık. Ama KDP, eşbaşkanlık sistemini kabul etmiyor. Başkanda ısrar ediyor. Güney ve Kuzey Kürdistan’ın delege sayılarının eşit olmasını istiyor. Bunun bir mantığı yoktur. Bu adaletli olamaz. Biz bütün kararların mutabakatla alınması gerektiğini söyledik. Çoğunlukla olsun demedik. Madem öyleyse neden delegeler Kuzey delegelerin sayısıyla eşit tutulmak isteniyor. Demek ki burada farklı hesaplar var. Bunlar doğru şeyler değil. Bakın esasta böyle bir Kongre’nin yapılmasını istemeyenler var. Uluslararası, bölgesel ve Kürtler içerisinde. Olacaksa benim istediğim gibi olmalı ya da olmamalı. Yaklaşım budur. Biz de diyoruz ki; bu güçlere göre Kongre olamaz. Kongre’nin Kürt halkının ve Ortadoğu halklarının çıkarlarına hizmet edecek tarzda yapılması gerekiyor; mutlaka bu temelde yapılması gerekiyor. Bizim ısrar ettiğimiz budur. İşte Kongre’nin bu tarzda yapılmasını istemeyen çevreler, ‘PKK’den kaynaklı sorunlar olduğu için Kongre yapılamıyor’ biçiminde şaya yayıyorlar. Toplumun gerçekleri öğrenmesini önlemek istiyorlar, işleri tersyüz ederek sunuyorlar, çarpırtma yapıyorlar. Burada siyasetin ilkelerine bağlı kalmama, ahlaki olarak ahlaklı davranmama durumları vardır. Aslında Kongre’yi istemeyen kendileri ama bunun sanki PKK tarafından istenmiyormuş gibi yansıtılması var.


Kararlar mutabakatla alınacaksa delegenin nereden geldiğinin önemi azalıyor. Burada mümkün olduğu kadar geniş katılımı sağlamak önemli, esas olan bu olması gerekmez mi? Buna ne diye itiraz ediyorlar ki?

Evet biz bunu sağlamaya çalışıyoruz. Geniş katılım olsun, sadece partiler de katılmasın, sivil toplum örgütleri, değişik çevreler, hatta aşiret kesimleri, toplum içerisinde ağırlığı olan herkes katılsın ve herkesi kapsasın, demokratik olsun, herkes kendini özgürce ifade etsin ve kararlar da mutabakatla alınsın. Burada azınlık çoğunluk diye bir şey olamaz. Biz azınlık çoğunluk kavramlarına bile karşıyız. Bunlar ulus devlet anlayışının ortaya çıkardığı kavramlardır. Ulus devlet anlayışına dayalı demokrasi anlayışıdır. Bütün dinler, mezhepler, kültürler eşit haklara sahiptir.



KDP, tek başına aldığı kararlarla ipe un seriyor


Kürt Ulusal Kongresi çalışmalarıyla ilgili an itibariyle temaslar sürüyor mu, yoksa şu aşamada beklemede mi?

Şimdi aslında Hazırlık Komitesi oluşturulmuştu. O komitenin de içerisinde 3 kişiden Sekretarya oluşturulmuştu, Sekretarya çalışıyordu. Sekretarya hazırlık komitesini çalıştırıyordu. Dolayısıyla işte Kongre için karar tasarıları hazırlanacaktı, onun komisyonları oluşturulmuştu. O komisyonların bazı çalışmaları olmuştu, bazı tasarılar da hazırlanmıştı. Son şeklini Sekretarya verip Hazırlık Komitesi’ne götürecekti, Hazırlık Komitesi de onayladıktan sonra artık resmen Kongre’ye gidilecekti. Bu mekanizma belli bir döneme kadar çalıştı. Ne zamana kadar; Güney’deki seçimlere kadar. Seçimler gündeme girince bu mekanizma durduruldu. Neden olarak seçimlerin olduğu söylendi. Neden o değildi; neden Kongre’nin bir takım güçlerin istediği tarzda gelişmemesiydi. Bunun bu güçler tarafından tehlikeli görülmesiydi. Bu güçlerin bu tarz bir Kongre’nin yapılmasını önleme girişimlerinden kaynaklandı. Doğrusu buydu. Bu da daha çok model üzerinden, delegeler üzerinden ortaya çıktı. Şu dayatıldı PKK’ye; ya bizim istediğimiz gibi bir Kongre olur ya da yaptırtmayız. Biz kesinlikle şu veya bu gücün istediği Kongre’yi doğru görmedik, görmeyiz. Öyle bir Kongre’nin olması Kürt halkına hizmet etmez. Hatta zarar verir. İşler işte bu noktada düğümlendi. Sekretarya’da YNK, KDP ve PKK var. Sekretarya’nın ortak karar alması gerekirken, Sekretarya’da KDP tek başına karar alıyor. Toplantıları erteliyor. Ve Hazırlık Komitesi’nin de bu karardan bilgisi yok, Sekretarya’nın da haberi yok. Tek taraflı bir erteleme, ipe un serme söz konusudur ve giderek bu tarzda Kongre’yi yaptırmama eğilimi oldukça gelişmiştir.


Şuan bu noktada diyorsunuz.


Durum budur. Elbetteki biz bu durumu kabul etmiyoruz, doğru görmüyoruz. Bu durumdan çıkarmaya çalışacağız. Bunun çabasını sürdürüyoruz. Kamuoyunun bunu bilmesi gerekiyor.



Bu daha başlangıç!




Bayık: ‘Arkadaşlardan tek bir isteğim var. Dar yaklaşımları aşmaları, demokrat Müslümanlar da dahil toplumun geniş çevrelerini kapsaması’

“HDP Türkiye halklarının ihtiyacından kaynaklandı. Biz Türkiye halkıyla birlikte mücadelemizi sürdürmek istiyoruz” diyerek HDP’yi selamlayan KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Bayık, “Bu daha başlangıç, dar yaklaşımları aşarak ilerleyelim” dedi.



Bu daha başlangıç!


‘HDP Kongresi Türkiye halklarının ihtiyacından kaynaklandı. Biz Türkiye halkıyla birlikte mücadelemizi sürdürmek istiyoruz’ diyerek HDP Kongresi’ni selamlayan KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Bayık, ‘Bu daha başlangıç, dar yaklaşımları aşarak ilerleyelim’ çağrısı yaptı.

Cemil Bayık’la yaptığımız söyleşinin son bölümünde, Halkların Demokratik Partisi, Demokratik İslam Kongresi ve Kürt Özgürlük Hareketi’nden kopmuş olanlara çağrı var. Bayık HDP Kongresi’ni  selamlayarak beklentilerini anlattı.


Geçtiğimiz hafta sonu HDP kongresi oldu. Uzun zamandır süren tartışmalar sonucunda nihayet parti kuruldu. Siz bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu partiden sizin beklentileriniz neler?

Şimdi böyle bir Kongre’nin yapılmasını ben selamlıyorum. Böyle bir Kongre’yi gerçekleştiren tüm arkadaşlara saygılarımı iletiyorum. Bunda emeği geçen her insanı kutluyorum. Gerçekten halklarımız açısından böyle bir Kongre gerekiyordu. Hatta gecikmiş bir Kongre’dir. Daha erken yapılması gerekiyordu. Gecikmiş olarak yapılmış olsa da gerçekten Türkiye halklarının ihtiyacından kaynaklanan bir Kongre ve bu ihtiyacı giderebileceğine inanıyorum. Biz gerçekten Türkiye halkıyla birlikte bir mücadele yürütmek istiyoruz. Bu bugün için önümüze çıkan bir sorun değil biz daha Ankara’da küçük bir grup biçiminde örgütlenirken bile bizim önümüze koyduğumuz; Türkiye halkıyla ortak bir mücadeleyi geliştirmeydi. O günden günümüze kadar biz hep Türkiye halkıyla bütünleşmek için, birlikte mücadele yürütmek için, olanaklarımızı birleştirmek paylaşmak için, gücümüz oranında bize düşen neyse yerine getirmeye çalıştık. Belki bütün sorumluluklarımızı yeterince yerine getirdik demiyorum. Öyle bir iddiada bulunmuyorum. 

Ama en azından her dönemde Türkiye halkına karşı sorumluluklarımızı yerine getirdiğimizi, getirmek için çaba gösterdiğimizi belirtebilirim. Biz hep Kemal Pir, Haki Karer şahsında Türkiye halklarına ve onların şahsında bütün insanlığa kendimizi borçlu gördük. Her şart altında bu borcu ödemeye çalıştık. Çünkü Önder Apo’yla ilk mücadele arkadaşlığı yapan iki arkadaştır. Daha ortada ne bir mücadele vardır ne bir mücadelenin geliştirilebileceğine dair en ufak bir emare vardır ne de bu iki arkadaş Kürdistanlı’dır. Kürt demiyorum. Kürdistanlı da değil arkadaşlar. Ama Önder Apo’nun yarım saatlik konuşmasıyla Önder Apo’ya katılan, onunla yoldaşlık yapan iki önder arkadaştır. Bu mücadelenin temellerini Önder Apo’yla birlikte atan iki arkadaştır. Bu iki halkın en üst düzeydeki birleşmesini ifade ediyor. Hem de demokratik özgür ve eşit şartlarda birliğini ifade ediyor. Bu çok anlamlı bir birlikteliktir. PKK bu temelde oluşan, mücadele eden bir harekettir. Daha işin başında evrenselliği esas alan, bununla tikelliği birleştiren bir harekettir. Kemal ve Hakilerin bütün özellikleri bu harekette nakış gibi işlenmiştir Önder Apo tarafından. Onun için bu harekette milliyetçilik gelişmemiştir. Gelişemez. Dikkat edilirse, bu harekette Türkiye halkına, halklarına veya başka halklara en ufak bir düşmanlık görülemez. Daima bu halklara saygı vardır. Daima saygıyla yaklaşma vardır. Bunlarla birlikte olma, herşeyini paylaşma, ortak bir mücadeleyi geliştirme söz konusudur. İşte bu hareketin başlagıcında yatıyor. O birliktelikte yatıyor. Onun için hep Önder Apo, bu hareketin kadroları kendini Türkiye halklarına, insanlığa borçlu görmüştür. Ve bu borcunu da mücadeleyle ödemek istemiştir. 

Onun için her şart altında sorumluklarını yerine getirmenin çabası içerisine girmiştir. Bir de Önder Apo’nun şöyle bir gerçekliği var. Türkiye’de büyük bir mücadele yürütüldü. Mahirler, Denizler İbrahimler tarafından. Gerçekten Türkiye devrimci hareketi, sol hareketi büyük bir mücadele yürüttü, büyük bedeller ödedi. Önder Apo bu mücadeleden etkilendi. Mahirlerden etkilendi. Bunu birçok savunmasında, çözümlemesinde görüşmelerinde ortaya koydu. Son mesajında da o var. ‘Ben Mahirlerden etkilendim o mirası devraldım, bugüne kadar getirdim. Şimdi onu gerçek sahiplerine teslim ediyorum’ dedi. Şimdi bu mesajın kendisi bile Önder Apo’nun, PKK’nin Türkiye’deki sol harekete, demokrasi hareketine, Türkiye halklarına nasıl yaklaştığını çok açık ortaya koyuyor. Nasıl bir sorumlulukla yaklaştığını, her şart altında bu sorumluluğu nasıl yerine getirdiğini ve bugün artık Türkiye halklarından, Türkiye’deki demokrasi hareketinden, onun öncülüğünü yapan sol hareketten neler beklediğini ortaya koyuyor. Bu açıdan böyle bir Kongre’nin yapılması, Önder Apo’nun bu mesajının algılanması ve bu mirasın artık devranılması bana büyük bir çoşku veriyor. Büyük bir heyecan veriyor. Bu hareketin, Önder Apo hareketinin bir yöneticisi olarak ben böyle bir partinin Türkiye’de geliştirilmesinden gerçekten büyük onur duyuyorum. Elimizden geldiğince bizden ne istenirse sorumluluklarımızı fazlasıyla yerine getirmeye çalışacağız. Bunun rahatlıkla sözünü verebilirim.


Bundan sonrasıyla ilgili sizin beklentiniz ne?

Türkiye’de bu hareketi geliştiren arkadaşlardan tek bir isteğim var. O eski dar yaklaşımları aşmaları gerekiyor. Daha kapsayıcı olmaları gerekiyor. Sadece bu hareketi solla sınırlı tutmamaları gerekiyor. Demokrasi çevreleri, işte demokrat müslüman çevrelerin hepsini kapsaması gerekiyor. Türkiye’de gerçekten sistemden rahatsızlık duyan büyük bir çevre var. Geçmiş mücadelelerin yarattığı büyük değerler var. Büyük bir demokrasi potansiyeli var. Bu dağınık bir biçimdedir. Gücü ortaya çıkmıyor. Bu partileşmeyle şimdi bu dağınıklığı gidermek, toparlamak, bu halkın gücünü, demokrasi hareketinin gücünü ortaya çıkarmak gerekiyor. Gezi parkında aslında iyi bir pratik sergilendi. Diyebilirim ki ilk kez Türkiye’deki sol kendisi hakkında egemenlerin yarattığı algıyı kırma ortamını, imkanını yakaladı. İşte anti-kapitalist müslümanları korudu. Bu çok önemliydi. Bence sol bu anlayışını geliştirmelidir. Kapsayıcı olmalıdır. Bütün demokrasi güçlerini, sistemden rahatsızlık duyan herkesi kapsamalıdır. Eğer sol Gezi parkındaki ruhu yürütürse, büyütürse gerçekten başarılı olur. Partinin şimdi toplumun bütün kesimlerini, rejime karşı alternatif olmak isteyen, rahatsızlık duyan, sorunlar yaşayan herkesi kapsaması gerekiyor. Türkiye’de demokrasi potansiyeli çok güçlüdür. Eğer bu zihniyeti ve bu tarzda örgütlenmeyi, mücadeleyi esas alırsa gerçekten bu hareket bir demokrasi hareketi biçiminde gelişecektir ve başarılı da olacaktır.


Demokratik İslam Kongresi


Sayın Öcalan’ın Demokratik İslam Kongresi’nin toplanmasıyla ilgili önerisi çok geniş bir kesim tarafından yerinde ve zamanında bir adım olarak karşılandı. Ve ardından üzerine tartışmalar da sürüyor. Bu öneriyle ilgili sizin ne düşünüyorsunuz...

Şimdi Önder Apo’nun böyle bir öneride bulunması çok anlamlıdır. Neden? Çünkü NATO’nun izlediği, geliştirdiği bir strateji var; siyasi İslam stratejisi. Nato bu stratejiyle kapitalist modernist sistemi, onun hegemonyasını egemen kılmak istiyor; özellikle de bunu Ortadoğu’da egemen kılmak istiyor. Ortadoğu’da yürüttüğü 3. Dünya Savaşı’nı bu sratejiyle yürütüyor ama bu strateji büyük darbe de yedi. Özellikle Mısır’daki gelişmeler bu stratejinin pek de uygulanamayacağını ortaya koydu. Ama hala NATO, kapitalist modernist sistem bu stratejiyi yürütmekte kararlı gibi görünüyor, darbe yemesine rağmen. Bu stratejinin bir gereği olarak milliyetçi iktidarları tasfiye ediyor ki o milliyetçi iktidarları da kendisi işbaşına getirmişti. Artık bu milliyetçi iktidarlar sistemin, halkın çıkarlarına hizmet etmediği için sistemden tasfiye ediyor onun yerine milliyetçi dinci iktidarlar getirmeye çalışıyor bu stratejinin bir gereği olarak ama bu da pratikte fazla sonuç vermedi. Bundan en çok yararlanan kim oldu? El Kaide akımı oldu, şimdi işte Arap Baharı denilen gelişmeden en çok yararlanan, gelişen El Kaide’dir. O akım oldu. Neden, çünkü o akım Ortadoğu’nun kültürüne de hitap ediyor. Ve işte yıllar yılı diyelim İslamiyete karşı da bazı rejimlerin yürüttüğü politikalar var. İşte sistemin dışına itme, baskı altına alma, dolayısıyla bu akım bunları da gözeterek Ortadoğu kültürüne, topluma hitap ederek aslında taban bulabiliyor. Taban bulmasının nedeni bu. Ve giderek tehlikeli de oluyor herkes açısından; herkes bunu görmeye başlıyor. En çok da diyelim siyasi islam stratejisini Ortadoğu’da geliştirmek isteyen kapitalist modernist sistemin öncülüğünü yapan ABD ve Avrupalılar bu stratejinin pek de kendilerine hizmet etmediğini şimdi görüyorlar. Ama bundan nasıl çıkacaklar, onu da kestiremiyorlar. Bunun da arayışı içerisindeler. Şimdi böyle bir dönemde Önder Apo’nun böyle bir konferans önerisinde bulunması onun için anlamlıdır. Bu stratejiyi bir kere boşa çıkarmak gerekiyor. Bu çok tehlikeli bir strateji halklar açısından. Özellikle de hani Ortadoğu halklarında İslami değerler ve kültür egemendir. Bunu da kullanıyorlar. Toplumu aldatmaya çalışıyorlar. Toplumun özgürlük, demokrasi arayışlarını bu temelde çarpıtmak istiyorlar. İşte, ‘Bakın biz size cevap oluyoruz demokrasi özgürlük getiriyoruz’ deyip aslında kendi amaçlarını gerçekleştirmek istiyorlar. Bu tehlikeli bir strateji. Bu stratejinin kavranması, boşa çıkartılması için bu kongre gereklidir. İkincisi bu stratejiden yararlanarak en çok diyelim gelişen El Kaide biçimindeki bir akımın halklar açısından yarattığı bir tehlike var. İşte Rojava’da görülüyor. İnsanların başına neler getiriyorlar. Başka yerlerde yine insanların başına neler getiriyorlar. Büyük bir vahşet uyguluyorlar İslamiyet adı altında. Hiç İslamiyetle de bir alakası yok. Tamamen İslamiyete de zarar veriyor. Halklara çünkü zarar veriyor. İslamiyet niye geliştirildi; halklardaki kirlenmeyi gidermek için işte halkların birtakım istemlerini yerine getirmek için, zulme karşı, işte adaletsizliğe karşı kardeşlik için geliştirildi. Şimdi kalkıp da İslamiyet adı altında bütün bunları toplumlara yaşatmak İslamiyete de karşıtlığı ifade ediyor. Halklara karşıtlığı ifade ediyor. Dolayısıyla tehlikeli bir akım. Bunun da anlaşılması, halkların bunun tuzağına da düşmemesi için böyle bir konferans anlamlıdır bu dönemde. İslamiyette nasıl demokratikleşme gelişebilir. İslamiyet adı altında işte demokratik olmayan, demokrasiye, özgürlüğe, halklara hizmet etmeyen yanlar var. Siyasi İslam deniyor. İktidar İslamı gibi İslamiyetle alakası yok. Bunun özüne de aykırı. Bu konferansın bunu tartışması gerekiyor. Onun için bu öneriyi herkes önemsiyor.


Kamuoyunda merak edilen birçok soruya açıklık getirdiniz. Güzel bir röportaj oldu. Bunun için bize vakit ayırdığınız size çok teşekkür ediyorum. Son olarak söylemek istediğiniz birşey var mı?

Ben de size çok teşekkür ederim.  Benim son söyleyeceğim, Halkların Demokratik Partisi, kongresiyle Kürdistan halkıyla Türkiye halkları arasında bir bütünlük sağlanmıştır. Ama tabii ki bunun yaşamsal kılınması gerekiyor. Bunun örgütle, mücadeleyle sağlanması gerekiyor. Sadece bir Kongre ile bunu gerçekleştirdiğini söylersek kendimizi aldatmış oluruz. Bu bir başlangıç, kendilerinin de sloganı o. Bunun bir kongrede kalmaması gerekiyor. Pratiğe geçirilmesi gerekiyor. Hızla kendini kendini örgütlemesi, Türkiye’deki demokrasi potansiyelini kendi bünyesinde toparlaması ve onu bir güç haline getirip demokrasi mücadelesini cesaretle yürütmesi gerekiyor. Eğer bunu yaparsa Kürdistan halkı bundan onur duyacaktır, buna her türlü gücü verecektir. Bu temelde ben başarılar diliyorum, Türkiye halkına da saygılarımı sunuyorum.       


Çağrımız özeleştiridir karşılık bekliyoruz...


Kürt özgürlük hareketinin çevresinde ve ilişkileri içinde yer almış ama çeşitli sebeplerden dolayı kopmuş, ayrılmış kişilere yönelik önce Sayın Öcalan, ardından da sizler çeşitli çağrılar yaptınız. Ancak -benim görebildiğim kadar- bunun üzerine pek konuşulmadı. Ne dersiniz, bu çağrının içeriği neydi?


Önder Apo bir çağrı yaptı. Bizim Kongra-Gel Genel Kurulu da bu çağrıyı kararlaştırdı. Bizim şimdi böyle bir kararımız ve çağrımız var. Belki bu çok tartışılmadı. Ama biz bu kararı şunun için geliştirdik; Çeşitli nedenlerle ister kendilerinden kaynaklansın, ister bizlerden kaynaklansın, uzak düşen, soğuyan, kopan insanlar var. Bunların geçmişte belli emekleri var. Biz bu insanlara yeniden mücadele etme olanağı yaratmak için bu çağrıları geliştirdik. Önder Apo, PKK hareketi ciddi bir Önderlik ve hareket, daima sorumluluk duygusunu en üst düzeyde yaşayan bir Önderlik ve hareket. PKK, Önder Apo’nun inkara karşı geliştirdiği bir hareket. Çünkü Kürdistan’da büyük bir inkar hareketi vardı. Bu inkarcılığa karşı PKK’yi geliştirdi. PKK buna karşı mücadele etti. Dolayısıyla PKK herhangi bir nedenle hareketten bir biçimde uzaklaşmış insanların emeklerini, geçmiş emeklerini de düşünerek onlara yeniden bu emeklerine sahip çıkmalarının ortam ve olanaklarını yaratmak istedi. Çünkü inkara karşı kurulan bir hareket, bu insanların yetersizlikleri, olumsuzlukları ne olursa olsun belli bir emekleri var, bu emeklerini görmemezlik edemez, inkar edemez. Çünkü kendisini inkar etmiş olur. Eğer böyle bir karar, çağrı geliştiyse nedeni budur. Bu insanlara tekrardan bu imkan tanınmak isteniyor. Madem geçmişte emekleri var, emeklerine sahip çıkmalılar, tekrar mücadele etmeliler, hizmet etmeliler. O birikimlerini, o olanaklarını, mücadelenin, halkın hizmetine sunmalılar. Öyle uzak durmamalılar. Çünkü gerçekten onlara ters düşüyor. Bizim de anlayışımıza ters düşüyor. Bunu gidermek için biz bu çağrıları geliştirdik, bu kararları aldık. Yeniden bu kararı herkese hatırlatmak istiyorum. Herkes tekrar hareketimizle ilişkilenmeli, tekrar mücadele etme olanaklarını kullanmalıdır. Elbette ki biz bunu geliştirirken suç işlemiş, insanlığa karşı suç işlemiş kişileri bunun dışında tutuyoruz. Onun dışındaki herkes hatası, eksiği, hatta suçu bile olabilir, bunlara bakmaksızın, bunların gelip tekrardan mücadeleye katılmalarını istiyoruz. Elbette ki bunlar çeşitli nedenlerle kendilerinden kaynaklı, bizden kaynaklı kopmuş, uzaklaşmışlardır. Bu iyi bir durum değildir. Tekrardan bağ kurup mücadele edebilmeleri için tabii ki özeleştirel yaklaşmaları gerekiyor. Hareketin böyle bir çağrı yapması, hareketin kendi cephesinden özeleştiri yaşadığını gösteriyor, bunun ifadesidir. Onların da kendi cephesinden özeleştiriyi yaşamaları ve tekrar bütünleşmeleri gerekiyor.




* Özgür Gündem


http://www.ozgur-gundem.com/?haberID=87861&haberBaslik=%C3%96fkemiz%20buna!&action=haber_detay&module=nuce

http://www.ozgur-gundem.com/index.php?haberID=87971&haberBaslik=Bizi%20tan%C4%B1mayan%C4%B1%20biz%20de%20tan%C4%B1may%C4%B1z&categoryName=Politika&categoryID=4&authorName=O%C4%9Fuz%20Ender%20B%C4%B0R%C4%B0NC%C4%B0&authorID=49&action=haber_detay&module=nuce

http://www.ozgur-gundem.com/?haberID=88070&haberBaslik=K%C3%BCrdistan%20devrimin%20ve%20sava%C5%9F%C4%B1n%20merkezi&action=haber_detay&module=nuce

http://www.ozgur-gundem.com/index.php?haberID=88169&haberBaslik=Cemil%20Bay%C4%B1k:%20KDP%20%C4%B0PE%20un%20seriyor&action=haber_detay&module=nuce

http://www.ozgur-gundem.com/?haberID=88280&haberBaslik=Bu%20daha%20ba%C5%9Flang%C4%B1%C3%A7!&action=haber_detay&module=nuce

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder