8 Ekim 2013 Salı

Mütedeyyinler birbiriyle selamı kesti!




Hüda KayaSedat Yılmaz*



Gazetemize konuşan Hüda Kaya, AKP’nin İslami camiada kırılmaya yol açtığını, mütedeyyinlerin birbiriyle selamı sabahı kestiğini söyledi. Kaya, ‘AKP devlet partisine dönüştü’ dedi.


ERDOĞAN EJDERHAYA TESLİM OLDU!


“Zulmü yaşayan insanları daha iyi anlayacak dedik. Ama AKP bugün devletin o ejderha kollarının içinde” diyen Hüda Kaya, Erdoğan’ın Bush’un “Ya bizimlesiniz ya teröristlerle” politikasını iç siyasete tahvil ettiğine işaret etti.


GÜL VE CEMAAT SİYASİ ÇALIŞMA İÇİNDE


Cemaat, Gül ve Erdoğan arasındaki çelişkilere de değinen Kaya, “Cemaat hep iktidara oynar. Derinliğini bilemem ama aralarında bir kırılma olduğunu düşünüyorum. Hatta Cemaat ve Gül’ün de dahil olduğu yeni bir siyasi yapılanma çalışması olduğuna yönelik duyumlar var” dedi.




Erdoğan Bush’a benzedi


AKP derin devletin partisi oldu... El Kaide Türkiye’nin başına bela olacak... Mütedeyyinler birbiriyle selamı kesti... Abdullah Gül parti kuruyor... Cemaatler tekelleşti... İsrail ile ilişkiler şahane... Kürt olsaydım ben de örgüt kurardım... İslamcıların iktidar olduğu Türkiye’de bile rejimle barışmayan ve bulunduğu camianın içinde eleştirisini, sözünü esirgemeyen İslamcı yazar Hüda Kaya ile günümüz Türkiye’sinin içinde bulunduğu politik duruşu, AKP iktidarını, Kürt sorununu ve birçok konuyu konuştuk. Kamuoyunun merak ettiği birçok soruyu biz sorduk, Kaya cevapladı:


Bölgesel ve küresel değişimleri göz önüne alarak Türkiye’nin şu anki politik konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dış siyaseti, karar mercii olarak iktidardan bağımsız düşünemeyiz. Türkiye’nin iç ve dış profilinde karar mekanizması olan muhatap belli. Dış politika noktasında eğer bölgesel olarak ele alırsak, bir ateş çukurunun içerisinde olan Afganistan, cehenneme sürüklenen bir Irak var. Bu kadar vahim örnekler karşımızda dururken Türkiye, diğer emperyalist devletleri de bir fiil davet ederek Suriye’yi cehenneme çevirmek için baş aktör olmayı üstlenmiş durumda. Bu anlamda ittifak yaptığı illegal, aşırı uçlarla yaptığı o beraberlik, dayanışma, bütün kanlı operasyonlara, vahşetlere ve görüntülere rağmen hala devam ediyor. Son günlerde “bu İslam değildir” denilse de bu ittifak hala devam etmekte. Kendi eliyle beslediği bu aşırı uçların Türkiye’yi bir cehenneme soktuklarının ve besledikleri o ateş kendilerine de dönecek bunu farkında değiller.


Ne gibi tehlikelerle karşı karşıya?

Muhatap aldığı ve ittifak ettiği güçler, din referanslı yapılanmalar olduğu için bunun 
Türkiye’ye, halka da yansımaları olacak. Teorik anlamda, insani anlamda, arkadaşlık ve ailevi ilişkilerine kadar bunun sonuçları kendini gösteriyor zaten. Sonuçlarıyla karşı karşıya gelmeye başladık. Büyük bir ayrışma, büyük bir yarılma yaşanıyor. Başta da İslami camia olmak üzere. Bırakın halkın, toplumun genel yapısını, biz İslami camiada olan yapılar olarak kendi içimizde çok ciddi büyük kırılmalar yaşadık. Şu anda insanlar birbirlerine selam vermiyor. Birlikte eylem yaptığımız, birlikte aynı dava içerisinde koşuşturduğumuz insanlarımızla şu anda büyük bir kırılma içerisindeyiz. İktidara göre, siz bu yapıları destekliyorsanız mücahitsiniz, Müslümansınız. Bu İslam değil. Bu Emevi dininin temsilciliğidir. İslam’da böyle vahşet, böyle cinayet, böyle bağnazlık yok.


Türkiye neden Suriye’ye bu kadar müdahale heveslisi?

Yakın dönemde Türkiye’nin çevresinde yaşanan gelişmelere baktığımızda halkın bir refleksi var; Pakistan’da deprem olur, yardım ederiz, Filistin zulüm görür yardım ederiz gibi Küresel hassasiyet noktasında güzel bir duygu var. Suriye için de böyle bir refleks olabilir, doğaldır. Siyasiler ve egemenler, halkın bu saf, temiz duygularını hep kendi siyasetlerine, emellerine angaje ettiklerine, emperyalist hayallerine alet ve istismar ettiklerine şahitlik ediyoruz.

Bir zamanlar W. Bush’un bir sözü vardı: ‘Biz Haçlı savaşını başlattık, teröristlerle savaşacağız. Ya bizimlesiniz ya teröristlerle birliktesiniz’ Bugün aynı diktayı, aynı tarzı şu anda biz iç siyasette görüyoruz.

Suriye’de özgürlükler uğruna, eşitlik, adalet noktasında ciddi sıkıntılar tabi ki vardı. Ancak Arap Baharı projesiyle, halkların içlerinde bekli de tertemiz ortaya koydukları o tepkiler, Suriye’de egemenlerin menfaatine dönüştürülerek bir plan ortaya konuldu. Suriye’de küresel anlamda yapılan tüm hesaplar kayıtsız şartsız Siyonist İsrail devletinin güvenliği noktasında ortaya konulan adımlardır. Bu senaryoda Türkiye birinci derecede aktör olmuştur. Fakat bunun öncülüğünü niye Amerika değil de Türkiye yapıyor?


Burada bir de Rojava hesabı var. Türkiye için, kendi emperyalist düşünceleriyle içeride hem ekonomik hem siyasal açıdan eksilere düşmeye başladığında Amerikan’ın Afganistan’a, Irak’a yaptığının aynısını siz Suriye için mi düşünüyorsunuz?

Halk mağdur, halk kaçıyor, ölüyor veya dışarı çıkamıyor. Siz uluslararası güçlerle birlikte bazı hesapların derdindesiniz. İnsan donuyor kalıyor. Yıllarca beğenmedikleri, Kürdistan demekten bile çekindikleri (Resmiyette Kuzey Irak diye adlandırdıkları) topraklar şimdi Türkiye’nin bir eyaleti gibi. Tamamen ekonomik bir işgal altında. Bütün ilişkiler, hesaplar, kitaplar bu noktada. Aynısını Suriye için de düşünüyorlar. İktidarın açmazlarından bir tanesi de içinde tamda Kürt halkıyla kanın akması durdurulmuşken, Suriye’de ittifak yaptığı aşırı uçları Rojava’ya yönlendirmenin hesabı ne? Rojava’yı işgal ederek onlara bir üss vermeyi sen nasıl hesap edebilirsin? Oradaki yerli halkın kendi öz tercihleri dışında, dışardan gelmiş güçleri oraya yerleştirmeye senin ne hakkın var. Bu büyük bir siyasi paradoks.


Üstüne bir de tezkere çıkartıldı ve tepki çok az


Çok başarılı bir enformasyon gerçekleştirdiler. Çözüm süreciyle ilgili, Gezi süreciyle ilgili iktidarın siyasetiyle ilgili. Bir zamanlar W. Bush’un bir sözü vardı: “Biz Haçlı savaşını başlattık, teröristlerle savaşacağız. Ya bizimlesiniz ya teröristlerle birliktesiniz” Bugün aynı diktayı, aynı tarzı şu anda biz iç siyasette görüyoruz. Siz iktidarı eleştirdiğiniz zaman “Gezi’ci ve darbecilerle berabersiniz”, Mısır’daki o darbeyi, bir iç siyaset malzemesi yaparak, bir paranoya bu ile iyice beslediler. Bir taraftan karşıda zalim, canavar bir Esat var ve “biz zalime zulme karşı mücadele ediyoruz. Mazlum halkların haklarını savunuyoruz, biz böyle bir pozisyonda iken ya bizimlesiniz ya da zalimle berabersiniz” diyorlar.


Gezi’den bu yana kaç insan öldü. Hükümet ise demokrasi havarisi kesiliyor. İslami camia bu durumu nasıl tartışıyor?

Birkaç gün önce Melih Gökçek’in televizyonda Ethem Sarısülük’ün öldürülmesini ve polisin şiddetini meşrulaştırmak için sarf ettiği sözlerini kanım donarak izledim. “Polis şiddet altındaymış, çaresizmiş, ateş altındaymış da tabancasına sarılmış, sıkmış” diyor. Biz başörtüleri mücadelesi sırasında da gördük. Polisin Türkiye’de bir numaralı provokatör olduğuna şahidiz. Bunların zulmünü meşrulaştırmayı kimse bana anlatamaz. Gezi’deki hem siyasi şiddet söylemini hem de filli şiddetin çok planlı, sistemli artırılan bir gerilim politikası olduğunu düşünüyorum. Çok planlı gerilim siyaseti uygulandı. Bunu akabinde de seçim atmosferine giriş yapıldı. Bu hesapları görmek gerekiyor.


Kürt sorununda gelinen aşama ve gidişatı değerlendirirseniz...

En son açıklanan “paket”, beklediğimizin çok altında çıktı. Sıfır mı? Diyemeyiz. Andımızın kaldırılması önemli ama paket on, yirmi maddeden ibaret olmamalı idi. Başbakan’ın “herkese çok teşekkür ederim” deyip sahneden dönüp giderken şaşkınlığımı hatırlıyorum. Kesinlikle hepimiz için olmazsa olmaz olan Terörle Mücadele Kanunu, Türk Ceza Kanunu, dağdakilerin eve nasıl döneceği, hapishanedekilerin nasıl özgürlüklerine kavuşacağı gibi bir takım gelişmeler mutlaka olmalıydı. Kadın cinayetleri, polisin uyguladığı şiddet ve sorgulamalardan tutunda özgürlükleri kısıtlayan alanlarla da ilgili bir paket bekliyorduk. Başbakan, “bu ilk değil son da olmayacak” dedi. Umutlarımızı beslemeye çalışıyoruz. Devlet halkın özgürlük derecelerinin, hedeflerinin çok çok gerisinde. Ve biz bu halkın beklentilerini kendimize çıta yaptığımız için devletin attığı adımlar cüce, yetersiz kalıyor ama bu devlete göre çok büyük bir açılım. Devlet halkın gerisinde ve beklentisini karşılayamıyor.


Hep Türklerin ‘hassasiyetinden’ bahsediliyor


Bu halkın hassasiyeti değil. Tamamen derin güçlerin, egemenlerin kendi hassasiyeti. Dünya o kadar hızlı değişiyor, dönüşüyor ki; Bugünkü gençliği bununla doyuramazsınız. Açıklanan pakette mesela bir kadın elinin değmediği o kadar aşikar ki; Despot bir baba ruhunu, lütfunu görüyorsunuz. Oysa kadın nefesi çok farklı bir ruh katacaktı. Gençler, kadınlar ve halk olarak bu süreci ne olursa olsun beslemeliyiz. Müdahilliklerin artması gerekiyor.


Sayın Öcalan’ın BDP heyetiyle yaptığı son görüşmesinde AKP için ‘Paralel devlet’ uyarısında bulunmuştu. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

AKP devlet partisine dönüşüyor. Bu bir gerçek. AKP yokken de, varken de sistemin derin partileri vardı ve sağ sol diye ayırmayacağım. Çünkü çok kesiştikleri noktalar var, çok benzeşiyorlar. Sadece renkleri farklı. Bugün mağduriyetlerin söylemleriyle, mağdur olan kesimin desteğiyle iktidar olmuş bir muhatap var önümüzde ve bugün asıl yapması gereken mağduru anlama refleksiyle değil, devletin kendi özünde olan bir refleks ile tepki vermeye başlayan bir parti var karşımızda. Bu ortada, açık, bizim üzüntümüz, tepkimiz de zaten bundan. Son seçimlere kadar AKP’ye oy vermiş bir insanım. Hiçbir parti çalışması içinde olmadım ama oy verdim. Oy vermek onu savunmaktı, desteklemekti. Umutluyduk çünkü. Bizim içimizden çıkan, zulmü görmüş bir insan olarak, parti olarak bizi daha iyi anlayacak. 
Zulmü yaşayan insanları daha iyi anlayacak dedik. Ama bugün geldiği noktada bir sarmalın içinde devletin o ejderha kollarının içinde sarıp sarmalanmış durumda.


Gülen cemaatinin siyasetteki etkisi ve AKP ile çatışması ne kadar doğru?

AKP yokken cemaat vardı. Ciddi bir yayılmacı sistemine sahip. Hayatın çok farklı alanlarında, meslekler de yoğunlaşmış durumdalar. Büyük etkiye sahipler. Zaman zaman farklı iktidarları desteklediler. 28 Şubat’ta Merve Kavakçı’yı Meclis’ten atan Ecevit’i ve partiyi iktidara taşıyan Cemaat’tir. İşin böyle de bir boyutu var. Cemaat hep iktidara oynar. Çizgilerini iktidarlarla ittifak üzerine kurar. Bu zamanda da AK Parti ile oldu. İkisinin birbirine eli mahkum. Kimi zamanlar yayılmacılık, ekonomik, egemenlik, ve etki alanlarında rekabetleştikleri oluyor ve karşı karşıya gelebiliyorlar.


Başbakan ile Cumhurbaşkanı arasında çelişki var mı?

Daha önce de oldu ama en son Gezi’de bunu açıkça fark ettik. Derinliğini bilemem ama aralarında bir kırılma olduğunu düşünüyorum. Hatta Cemaat ve Abdullah Gül’ün de dahil olduğu yeni bir siyasi yapılanma çalışması içerisinde olduğu duyumları da var.
Türk medyasının geldiği durumu nasıl görüyorsunuz?
Türk medyası maalesef her zaman egemenlerin etkisi altında. Dün küfür etiğine bugün yandaşlık ediyor. Bugün yandaşlık yaptığına yarın küfür edecek. İki yüzlü, samimi olmayan bir medya.


Türk ekonomisini başarılı görüyor musunuz?

Büyük bir ayrışma, büyük bir yarılma yaşanıyor. Başta da İslami camia olmak üzere. Bırakın halkın, toplumun genel yapısını, biz İslami camiada olan yapılar olarak kendi içimizde çok ciddi büyük kırılmalar yaşadık. Şu anda insanlar birbirlerine selam vermiyor
İlk dönemlerdeki yükseliş doğru fakat şu anda içten ciddi sorunların olduğu işaretleri var. İçten çürüyen dev Amerika’nın durumu ortada. Türkiye’nin, Suriye ve dış politika siyasetinin ekonomiden bağımsız olduğunu da düşünmüyorum. Ekonomik noktada çok ciddi sıkıntılar var ve hatta dış siyaseti etkileyen, yanlışlara sürükleyen etkenlerden birisi olduğunu düşünüyorum.


Geçmişte birlikte mücadele ettiğiniz ama bugün iktidarın yanlışlarına ortak olan arkadaşlarınıza ne söylemek istersiniz?

Kur’an da ki Karun örneğini fark etmelerini isterdim. Dünün mazlumu olmak demek hayatımızın sonuna kadar yaptığımız her şeyin meşru olduğunu göstermez. Dün mazlum olabiliriz, yeter ki bugün zulme bulaşmayalım, zulmün yanında yer almayalım.


İktidarın İsrail ile ilişkileri göründüğü gibi mi?

Hayır, kesinle böyle olduğuna inanmıyorum. Suriye’yi, Mavi Marmara’yı düşündüğümde hepsi söylemden ibaret ve koca bir yalan var ortada.


Kürt olsaydınız Türkiye’ye, AKP’ye nasıl bakardınız?

Cezaevlerindeki açlık grevi sürecinde ilk defa dağlardan gelmiş olan Kürt kadınlarıyla beraber kaldım. Onları dinlerken demiştim ki; Kesinlikle yerinizde olsaydım ben de dağa çıkardım. Daha sonraki yaşadığım, şahit olduğum takip ettiğim süreçler içerisinde ben bir Kürt olsaydım örgüt kurardım dedim.


Önümüzdeki seçimler için ne düşünüyorsunuz?

Yerel seçimlerde tabii, bölgesel şartlar, aday kişilerin profilleri çok önemli. İnsanların bir kısmı da partiyi tercih edecekler. Bazı yerlerde, bölgelerde , ilçelerde insan belki farklı bir partiyi destekleyebilir ama eğer daha pozitif, daha kendine yakın, güvendiği ve inandığı bir şahsiyet varsa o kişiye oy vermesini etkileyecektir diye düşünüyorum.


Son sözü alalım


Barış dilekleriyle bitirelim. İnşallah Kürdüyle, Türküyle, Rumuyla, Ermenisiyle, Süryanisiyle, Arabıyla, bütün halklar olarak sayamadığım bütün topluluklar, bütün çevreler ile gerçekten bir barış içerisinde, eşitlik içerisinde, güven içerisinde olabileceğimiz günler yakın olacak, buna inanıyorum.


Mafyavari hareket ediyorlar


Türkiye’deki “Yardım Dernekleri”ni Suriye pratiğine bakarak nasıl değerlendirirsiniz?
Türkiye halkı çok temiz, saf, güzel tepkiler koyabiliyor. Endonezya’dan Haiti’tiye kadar yardımlarını gönderebiliyorlar. Bugün geldiğimiz noktada İslami camiada özellikle yardım kuruluşları halkın bu yardımlarıyla, destekleriyle devasa büyük yapılara dönüştüler. Hatta bazıları tekelleştiler. Tekelleşme derken hakim olma, söz sahibi olma, biraz mafyavari ve siyasi ilişkiler, “Biz ne dersek o olur” gibi ilişkileri kullanarak halkın insanlara yaptıkları yardımlarla kendilerine bir pozisyon sağladılar. Bu tamamen siyasi güçlerle ve iktidarla dirsek teması içerisinde bugün iktidarın sadece bölgede değil farklı kıtalarda da siyasi yayılmacılığına artık alet edilme noktasına geldi.


* Özgür Gündem


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder