2 Eylül 2013 Pazartesi

Akademisyenlerin çözüm süreci ile ilgili imza metni üzerine


Nazan Üstündağ*


Bu hafta içinde Türkiye’nin farklı üniversitelerinden 250’yi aşkın akademisyen, Türkiye dışındaki üniversitelerdeki meslektaşlarının da desteğiyle çözüm sürecinin gidişatından endişe duyduklarını belirten bir açıklama yaptı. Bu açıklamayla AKP hükümetini, çözüm için adım atmaya ve dünyada gerçekleşmiş çeşitli barış süreçlerinde geliştirilmiş olan bazı standartlara ve kriterlere uymaya davet ettiler. Bu kriterlerden en önemlilerini ise şeffaflık, tarafların müzakerelere eşit katılımını sağlayacak şartların geliştirilmesi, süreci yürütecek çeşitli komisyonların kurulması -ki bunların içinde güvenlik reformu, anayasa ve hukuk, hakikatleri araştırma, sosyal ve ekonomik tazmin ve cinsiyet eşitliği komisyonlarının bulunması gerekiyor- ve son olarak da taraflarla görüşecek, süreci gözlemleyecek ve raporlayacak sivil kurumların oluşturulması olarak listelediler.


Söz konusu metne imzalarını koyan akademisyenlerin taleplerinin hemen hepsinin aynı zamanda Abdullah Öcalan’ın ve dolayısıyla Kürt Özgürlük Hareketi’nin çok çeşitli bileşenlerinin de talepleri olması dikkat çekici. Bu durumda şu soruyu sormak gerekiyor: Metne imza veren akademisyenler farklı siyasi görüşlerden, farklı arka planlar ve disiplinlerden gelmelerine rağmen neden bu taleplerde birleşmişlerdir? Kürt Özgürlük Hareketi’nin parçası olmayan hatta hareketle kimi zaman zıt düşmüş onlarca akademisyen nasıl olmuştur da hareketin taleplerinin neredeyse tıpatıp aynılarını kendi talepleri olarak benimsemişlerdir? Bu soruların cevabı, söz konusu taleplerin bugün itibariyle “evrensel” olmasındadır.

Evrensellik

Kadınlar, üçüncü dünyalılar ya da azınlıklar için “evrensel” kelimesi çoklukla tehlikeli bir kelime olmuştur. Çünkü bu gruplar bilirler ki, batının “evrensel” diye dayattığı birçok kültürel, siyasi, ekonomik ve bilimsel yapı aslında batının tahakkümünü güçlendirici ve yerel olanı, ezilenlere ait olanı değersizleştiricidir. Örneğin ulus-devlet evrensel bir değer olarak dayatılmış ancak çoğu zaman ezilenlerin felaketine sebep olmuştur. Evrensel güzellik, düzen ya da akıl adına uygulanan politikalar dünyanın her yerinde doğanın talanıyla ve onlarca insanın yerlerinden edilmesiyle sonuçlanmıştır. Evrensel adı verilen ziraat, tıp vs. gibi bilimler, yerel bilme biçimlerini tarumar etmiş; “evrensel” olarak dayatılan yaşam biçimleri, geleneksel bilgelikleri tedavülden kaldırmıştır. Bir diğer deyişle özellikle ezilenler ve dışlananlar söz konusu olduğunda “evrensel” şüpheyle karşılanması gereken bir tanımlama gibi gözükebilir. Nitekim kendini her daim ezilenlerden gören AKP hükümeti son dönemde batıya, Birleşmiş Milletler’e ya da  Avrupa Birliği’ne yönelttiği sövgülerinde bu tür bir şüpheyi mobilize etmekte.

Ancak dünyanın binlerce yıllık tarihinde batının tahakkümcü evrenselliğinden başka tür bir evrensellik soykütüğünün daha bulunduğunu unutmamak gerekir. Bu soykütük, ezilenlerin ortak deneyimi ve ortak mücadelesinin ortaya çıkarttığı hakikatlerin soykütüğüdür. Hatırlamak gerekir ki dünya barış süreçleri kendini, tüm değersizleştirmelere, baskılara ve soykırımlara rağmen dünya sahnesinde var etmeyi başaran ezilenlerin ulus devletlerle gerçekleştirdikleri müzakerelerle yürütülmüştür . Barış süreçlerinde “evrensel” olarak benimsenmiş yöntemler, ezilen halkların bu müzakereleri sonucunda kendilerini yasalara, anlaşmalara-yani egemenlerin belgelerine- yazmaları, kazımaları ile ortaya çıkmıştır. İşte tam da bu sebeple bugün barış sürecinde “evrensel” kriterleri ve standardları savunmak ve bu tür bir “evrensellikten” ödün vermemek, hakkı ve adaleti savunmak demektir.

AKP ve evrensellik

AKP, batının dayattığı evrensellik kriterlerini kendi tabanının dışlanma deneyimi sayesinde yaşayarak, deneyimleyerek sorgulamış bir parti. Cumhuriyet boyunca “evrensel” değerler uğruna kıyafet özgürlüğünden, inanç özgürlüğünden, bilme-araştırma özgürlüğünden, kendini yeniden üretme araçlarından mahrum edilmiş bir tabanın temsilcisi olarak iktidara gelmiş bir partidir. Bu sebeple “evrensel” adı verilen bir çok değer ve kriterle ilişkisi netametlidir. Ancak bu netameli durum onu ezilenlerden taraf olmak yerine, egemenlere rakip olmak noktasına getirdi.

AKP’nin “evrensel” ile ilişkisi konusunda üç farklı yaklaşım izlediğini söyleyebiliriz. Bunlardan birincisi özellikle Başbakan Erdoğan tarafından ifade ediliyor. Bu yaklaşıma göre batı kendini her ne kadar “evrensel” değerlerin üreticisi ve takipçisi olarak görse de aslında dünyanın geri kalanına dayattığı evrensel değerleri kendisi uygulamıyor. Örneğin Mursi’nin seçilmişliğinden gelen haklarına saygı göstermiyor, Filistin halkının insan haklarını gözetmiyor. AKP’ye göre kimi değerler hakikaten “evrensel” olabilir, ancak “batı”nın kendisi “evrensel” değil. Nitekim AKP kendini bu anlamıyla ahlaki açıdan ve ahlaki değerler söz konusu olduğunda batıdan çok daha evrensel addediyor. İşte bu yüzden AKP’nin iddiası, ahlaki değerlerin evrenselliği olduğu için ve kendisinin bu değerlerin asıl temsilcisi olduğu iddiasını taşıdığı için, AKP’ye gönül vermişler tekrar tekrar hislenmek, her durumda ağlamak durumundadır. Bülent Arınç bir süreliğine bu evrensel gözyaşlarının tekeline sahipti. Şimdi ise bu tekeli Başbakan ile paylaşıyor. Elbette AKP’nin gözyaşlarının da batınınkiler gibi aslında eşit dağıtılmadığı, başkaları için ne kadar sesli ağlanırsa o kadar gizlenebiliyor.

İkinci yaklaşım olarak, AKP bir yandan ahlaki değerlerin evrenselliğine yatırım yaparken bir yandan da dünyada “evrensel” olarak benimsenmiş kimi “formların” kültürel ve tarihsel göreceliğini ifşa etme gayretinde. Bunlardan en son demokrasi nasibini aldı ve Başbakan demokrasinin evrenselliğini de sorgulamak gerektiğini beyan etti. Yukarıda da bahsettiğim gibi, AKP’nin bu tür formların evrenselliğini sorgulayabilmesinin meşruiyeti, evrenselliği bir takım formlar ve yapılar değil, ahlak ve hisler üzerinden tanımlamasında gizli.

Son yaklaşım olarak ise AKP’nin batıyı eleştirmek ya da göreceleştirmenin de ötesinde, kendisini bir evrensel model olarak yükseltmeye kalkıştığını görüyoruz. Bir diğer deyişle AKP kendi kurumlarını, formlarını, yapılarını, standartlarını, kriterlerini oluşturuyor. Bunların evrensel olarak görülebilmesi için modellenebilir, yayılabilir, tekrar edilebilir olması gerekir. Nitekim AKP iktidara geldiğinden beri farklı alanlarda kendini modelleştirmeye, pazarlamaya ve yaygınlaştırmaya; bu sayede bir küresel ve evrensel güç olmaya çalıştı. İşte bu gün dış politikada da, iç politikada da karşılaştığı krizler AKP’nin “evrensellik” üzerinden verdiği büyük mücadeleyi tehdit ettiği için Başbakan da (ayrı bir cepheden) Fetullah Gülen de deyim yerindeyse sinir ve panik yaşıyor.

Evrensellik ve çözüm süreci

Türkiye devleti başından beri çözüm sürecini kendi mezhebine ve meşrebine uygun yürütmek istiyor. Kendi müzakere, çözüm ve toplumsallaşma formüllerini oluşturarak yeni bir “model” yaratmak istiyor. Nitekim Akil İnsanlar Komisyonu’nu çalıştırma biçimi bu planın parçasıydı. Akil İnsanların raporlarına yansıtacağı yerellik, geliştireceği yeni modelin içeriğini oluşturacaktı. Ancak yukarıda da bahsettiğim gibi AKP’nin diğer tüm modelleşme çabaları gibi, çözüm süreci de uluslarası alandaki krizle büyük yara aldı.  Hatırlamak gerekir ki, batının evrenselleşme tarihi yayılmacı emperyalist siyasetinden bağımsız düşünülemez. Aynı şekilde cinsiyet siyasetinden ve doğa ile ilişkisinden de. O yüzden batı türü evrenselliğe karşı  yükseltilen en büyük üç mücadele, sömürge karşıtı mücadele, feminist mücadele ve Marksist mücadeledir. AKP’nin de kendini küresel bir güç olarak var etme kavgasında açtığı en önemli cephelerin dış politika (emperyalizm), cinsiyet rejimi ve doğa (kaynak talanı) olduğunu görüyoruz. Üstelik buralarda geliştirdiği sömürge biçimlerini evrensel olarak kodladığı ahlaki değerler üzerinden meşrulaştırıyor, gizliyor, pazarlıyor. Haliyle AKP ile yürütülecek mücadelenin de bu alanlarda olması gerekiyor. Bu mücadele sırasında önemli olan bu alanlarda ezilmişlerin mücadele tarihinden kaynaklı evrenselliği yükseltmek, dillendirmek, siyasileştirmek. Bu ise hem geniş bir cephe örmeyi hem de kendini iyi ifade etmeyi, iyi anlatmayı gerektiriyor.


Türkiye’de Ekim ayından beri üçüncü keredir akademisyenlerin talepleri ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin talepleri ortaklaşıyor. Gezi Direnişi ile Kürt Hareketi’nin taleplerinin ortaklığından da bahsetmiştik. Bugün gelinen durumda AKP eğer -Suriye’de ya da Kürdistan’da- savaşa kalkışıyorsa, çatışmasızlığın ve demokratik çözümün stratejik bir manevra olarak benimsenmesinin, Kürt Hareketi’nin evrenselliğini açığa çıkarmasıyla birlikte kendisinin taşralaşmasındandır.

* Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder