2 Eylül 2013 Pazartesi

Eş genel başkanımız Gültan Kışanak'ın Evrensel röportajı [Sultan Özer]



Türkiye artık geriye dönemez (ÇÖZÜMÜ TARTIŞIYORUZ -1)

Kürt sorununun çözümü için başlatılan müzakere sürecinde gelinen aşamayı tartışacağımız dosyamızın ilk günü 1 Eylül Dünya Barış gününe rastlıyor. Barış umudunun ve talebinin yüksek sesle dile getirildiği bugün aynı zamanda Kürt tarafının hükümetin çözüme ilişkin bir program açıklamasını istediği ayın da başlangıcı. Dosyamızın ilk gün konuğu sürecin önemli taraflarından biri olan Barış ve Demokrasi Partisinin (BDP) Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak. Kışanak’la çözüm sürecinde gelinen noktayı, Başbakan Erdoğan’ın söylemlerini, Türkiye’nin batısından beklentilerini konuştuk.



Müzakere sürecinde hangi noktadayız?

Süreç üç aşamalı bir çözüm politikası üzerine oturtuldu. Müzakerenin ciddiyetini ve kalıcı bir barışa ulaşma konusundaki kararlılığı kamuoyuna göstermek için bazı adımların atılması gerekiyordu. Birinci aşama bunlarla sınırlı bir aşamaydı ki bu başarıyla ilerletildi. Özellikle Kürt tarafının izlediği yol, yöntem ve attığı adımlarla birinci aşamanın başarılı bir şekilde ilerlemesi sağlandı. Birinci aşamanın ilerletilmesi ve Kürt tarafının bu müzakere sürecinde ne kadar ciddi ve kararlı olduğunu ve kalıcı bir barışa ulaşma konusunda ne kadar büyük gayret içinde olacağını gösteren bir aşama oldu.


Hükümetin atması gereken adımlar...

Tabii bu aşamada aslında hükümetin de yapması gerekenler vardı. Kamuoyunun beklentileri, Kürt siyasi hareketinin ortaya koyduğu açık, net tutum karşısında bir şeyler yapma zorunluluğu, hükümetin de devletin de birinci aşamaya ilişkin atması gereken adımları eksik de olsa attıklarını gösteren bir süreç oldu. Ancak devletin ve hükümetin yapması gerekenler konusunda yaşanan eksiklikler ikinci aşamayı etkilemeye başladı. Aslında birinci aşamada hükümetin-devletin, parlamentonun yapması gerekenler konusunda yeterli ve ciddi adımlar atılmış olsaydı bugün bu aşama belki daha kolay ilerleyecekti. Bu eksiklikler ikinci aşamada da sıkıntı yaratan durumlar ortaya çıkarttı.


İkinci aşama ne öngörüyor?

İkinci aşama da bir reform, demokratikleşme süreciydi. Bu, hem müzakerenin bir konusudur, hem de müzakere olmasa bile Türkiye demokrasisinin ihtiyacıdır. Birinci aşamaya dair en büyük adım 8 Mayıs’ta gerillaların geri çekilme takviminin başlaması ile birlikte atılmıştı. Ve ateşkesin ilan edilip geri çekilmenin başlamasıyla birlikte bu konuda yüzde yüz çatışmasızlık halini temin eden, iradeyi ortaya koyan bir duruş ve yaklaşım var. Fakat o gün bu gündür demokratikleşme konusunda sürekli gündemde olan, konuşulan fakat içi doldurulmayan bir durumla karşı karşıyayız.


Söylem var, adım yok yani...

Biliyorsunuz son bir aydır özellikle akil insanlar heyetinin hazırladığı raporlar da hükümete sunuldu, orada açığa çıkan çözüm önerileri vardı. Kürt halkının yıllardır mücadelesini verdiği beklentileri, haklı talepleri de ortada… Artık ana dil, kimlik sorunlarının çözülmesi, düşünce, ifade, örgütlenme özgürlüğü önündeki engellerin kalkması… Seçim barajının kalkması, siyasi partiler yasasının değişmesi, gösteri hakkını ortadan kaldıran Terörle Mücadele Yasası’nın kaldırılması… Bunlar aslında sadece Kürt tarafının beklentileri olmasının da ötesinde, Türkiye demokratik kamuoyunun yıllardır tartıştığı, mücadelesini verdiği asgari talepler ve demokrasinin de asgari gerekleri. Bu konuda açığa çıkan toplumsal beklenti ve çözüm önerileri hükümeti adım atma konusunda zorluyor fakat onlar son bir-bir buçuk aydır “Hazırlıyoruz, tartışıyoruz, konuşuyoruz, paket hazırlanıyor, daha bakanlar görüşüyor, bakanlar Başbakana sunacak, Başbakan ramazanda çalıştı, bayramda çalıştı…”  söyleminde. Açıkçası gerek İmralı’yla yaptığımız görüşmelerden, gerekse ilgili bakanlıklarla, hükümetle yaptığımız görüşme ve temaslarda şöyle bir sıkıntı algılıyoruz; Aslında AKP’nin ve devletin heyeti de gelinen noktanın artık biraz zorlayan bir durum olduğu, daha fazla oyalanarak götürülemeyeceğini görüyor. Fakat, “Yapmalıyız, bir an önce bu paketi kamuoyuyla paylaşmalıyız, Kürt halkıyla, Kürt siyasal hareketiyle paylaşmalıyız” diyen bir yaklaşım da henüz ortada yok. Sürekli bir erteleme hali var, bu hafta olmadı öbür hafta, öbür hafta da olmadı daha öbür hafta… Bu, iyiye işaret değil.


Başbakan’ın ana dilinde eğitime, seçim barajına ilişkin açıklamaları somut adım atılmayacağını mı gösteriyor sizce?

Başbakan’ın ve AKP’nin görmesi gerekiyor ki benzer söylemler geçmişteki hükümetler tarafından da üretildi. Yani, “Ana dil böler, seçim barajını indiremem istikrar bozulur” diyorsan o zaman geçmişten farkın ne? Neyi müzakere ediyoruz, neyi düzeltmeye çalışıyoruz? Bu, ciddi bir problem. AKP Hükümeti ya da devlet şunu düşünüyor olabilir; “Nasılsa bu süreç başladı, Kürt tarafı masadan kalkamaz, bu müzakereleri sürdürmek durumundadır, eski hale dönülmez, çatışma da çıkmaz, biz de böyle bu krizi yöneterek zaman kazanırız.” AKP hükümeti böylece zaman kazanabilir ama itibar kaybeder. Türkiye kamuoyu büyük ölçüde Kürt sorununun barışçıl-demokratik yöntemlerle çözülmesi, demokratik adımların atılması konusunda bir beklenti içinde. Hükümet eğer bunun tersine bir tutum alır, “Zaman kazanayım” derse politik olarak kaybeder. Kürt sorunu artık Türkiye’nin taşıyabileceği bir sorun değil. Kesinlikle çözüm kapıya gelip dayanmış… Bu sorunu çözmek istemeyen taraf elemine olacak. Ya çözecek ya da kendisi çözülecek… Yani, biraz daha zaman kazanayım, başka bir politikayla bu işi sürdürülebilir kılarım diyen bir politikanın hayata geçme ihtimali yok.


Çözüm artık kaçınılmaz diyorsunuz...

Bu çözüm süreci Türkiye’nin ihtiyacı, Kürt Halkının da Türk Halkının da ihtiyacı. Bu konuda halkın büyük emekler vererek yürüttüğü bir mücadele de var. AKP hükümeti bu müzakerelere başlamasaydı kendi iddialarıyla çelişen, giderek meşruiyetini yitiren bir noktaya gelecekti. Çünkü AKP kendisini statükoya, askeri vesayete karşı değişimden, özgürlüklerden, demokrasiden yana gibi gösterdi. Şimdi ya buna uygun bazı adımlar atacak ya da bütün bu söylediklerinin tamamının boş, anlamsız olduğu, AKP’nin de statükonun devamını temsil ettiği tescillenmiş olacaktı. Artık Türkiye geri gitmeyecek, Türkiye toplumu bu demokratikleşme ve çözüm, barış beklentilerinden vazgeçmeyecek. Bunu geri götürme şansları yok, olsa olsa kendileri geri gidebilirler, kendi meşruiyetlerini, kendi toplumsal zeminlerini yitirirler ve bu çözüm sürecinin dışına itilirler. Çözüm süreci bir yol, bir kulvar olarak devam edecek ve bir anlamda AKP kendi kaderine de karar verecek. Yani ya Türkiye’de demokrasinin önünü açacak, bu otoriter, baskıcı eğilimlerinden, statükocu zihniyetiyle örtüşen yanlarından vazgeçecek ya da kendisi de devre dışı kalacak. Bu bir bütün olarak Türkiye halkının büyük emekler vererek açığa çıkarttığı bir çözüm imkanı, çözüm kulvarıdır ve devam edecek. Bunun kesintiye uğrama ihtimali tabii ki yok. Kürt tarafı da bu konuda kararlı, iddialı, ısrarcı… Biz bu yolu ilerletmek istiyoruz. Biz ne Kürt halkı ne de bütün olarak Türkiye’nin bir kaosun, bir iç savaşın, içinden çıkılmaz bir girdabın içine sürüklenmesine asla izin vermeyeceğiz. Bu kulvarı, çözüm çizgisini ısrarla savunacağız ve ilerletmeye çalışacağız. Bunun başka bir alternatifi yok.


Süreç nasıl devam edecek?

Müzakere süreçleri dinamik süreçlerdir. Taraflar arkalarına aldıkları toplumsal destekle ancak müzakere masasında politikalarını hayata geçirme imkanı bulabilirler. Bu anlamda asıl yapılması gereken “Hükümetin paketinde ne var ne yok, ne verecek, ne vermeyecek” tartışması yapmak, hükümetten bekleyen bir pozisyonda durmak değil, tersine hükümeti zorlayan, demokratik çözümün, demokratik kurtuluşun arkasındaki toplumsal gücü büyüten, bunu açığa çıkartan bir yaklaşımla müzakere sürecini ilerletmektir. Sürekli söylemek, beklenti halinde olmak ve sürekli hükümeti takip etmek yerine, “Biz böyle bir gelecek istiyoruz, biz demokratik, özgürlükçü gelecek dışında bir seçeneği kabul etmiyoruz” diyen bir toplumsal muhalefeti açığa çıkartmak ve yükseltmek gerekiyor.


‘TÜRKİYE DEMOKRASİ GÜÇLERİ TAYİN EDİCİ ROLE SAHİP'

Türkiye’de bu dönemde bir Gezi süreci de yaşandı. Bu süreçte ortaya çıkan dinamik, Kürt sorununun çözümüne de yeni bir imkan sunar mı sizce?

Zaten Kürt sorununun bu kadar uzun yıllar ve sancılı bir şekilde devam etmesinde asıl problem alanlarından birisi batıda çözümün bir partnerinin ve toplumsal zemininin olmaması, zayıf olmasıydı. Bu konuda Kürtler sürekli baskıcı-otoriter devlet zihniyetini temsil eden hükümetlerle baş başa kalıyorlardı. Bu da çözüm imkanlarının her defasında bir şekilde heba edilmesine neden oluyordu. Tabii ki Türkiye halkından, demokrasi güçlerinden bütün bu mücadele sürecinde Kürt halkı her zaman büyük bir dayanışma, dostluk yaklaşımı gördü. Türkiye demokrasi güçleri, sosyalist çevreler hiçbir zaman dayanışma ve dostluk duygularını eksik etmediler. Ama bu çözüm için yetmiyordu. Türkiye demokratik kamuoyunun “Biz, bu ülkede yaşayan tüm farklılıklarla, tüm kimliklerle, tüm kültürlerle birlikte demokratik bir gelecek kurmaya hazırız” demesi, sesimizin güçlü biçimde açığa çıkması olası bütün yanlış hesapları da bozacak. Egemenler bir şekilde zorlandıkları noktalarda çözüme yaklaşan adımlar atmak zorunda kalabilirler, ama fırsatını buldukça da hep onu tersine çevirmeye çalışır. Bunun önünü kesebilecek tek şey gerçekten demokratik ve özgür bir geleceğe inanan toplumsal bir desteğin açığa çıkması, toplumsal barışın inşa edilmesidir. Kürtlerle devlet şimdiye kadar çatışmalar yaşadı. Yani devlet Kürtlerin haklarını gasbetti. Kürtler de bunu kabul etmedi, buna karşı mücadele ettiler. Çatışma Kürtlerle devlet arasında geçti. Fakat barış sadece Kürtlerle devlet arasında kurulamaz, barış bir bütün olarak halklar arasında kurulabilir. Toplumsal bir barış olursa kalıcı olabilir. Bu anlamda Türkiye demokratik muhalefeti tayin edici bir role sahiptir.


‘HDK BÜYÜK BİR GÜÇ AÇIĞA ÇIKARACAK’

Çözümün hızlanması, somutlaşması için ülkenin batısından, yani Türklerden beklentileriniz neler?

Bir kere şunun aslında bir bilinç olarak yerleşmesi lazım, bu Kürtlere bir destek, bir dayanışma değil. Yani artık bunun ötesine gitmesi lazım. Artık ‘Birlikte demokratik bir gelecek kurmak istiyoruz’ demek gerekiyor. Bu konuda Türkiye’nin, bir bütün olarak halkların yüreğindeki insani, vicdani duyguların ve demokratik bir gelecek arzusunun çok güçlü olduğunu düşünüyorum. Bunu ayağa kaldırmak, toplumsal güce dönüştürmek de mümkün. Hem bu darbe süreçlerinin yarattığı Türkiye demokratik muhalefeti üzerindeki tahribat, hem bu çatışmalı süreçlerde savaş ve çatışma nedeniyle kışkırtılan ırkçılık ve milliyetçilik, bütün özel savaş yöntemlerine, bütün kontrgerilla taktiklerine rağmen bu ülkede toplumsal bir çatışma yaşanmadı. Bunu çok tetiklediler, denediler, kışkırttılar, teşvik ettiler ama hiçbir zaman hayata geçiremediler. Bunun zemini yoktu. Paralı askerlik diye bir şey çıkarttılar, yani Türk halkına “Gelin size para vereceğim, gidin Kürdistan’da savaşı sürdürün” dediler ama istedikleri şey olmadı. On bin kişilik kadro açtılar, 1200 kişiyi zor buldular. Bu kadar büyük yoksulluk, bu kadar büyük işsizlik bu kadar büyük ekonomik sıkıntılara rağmen... Türkiye kamuoyunda, demokratik, birlikte bir gelecek konusunda bir problem yok. Toplum buna hazır. Geriye bir tek şu kalıyor: Türkiye demokratik muhalefeti açısından bu gücü açığa çıkaracak, bir örgüte ve iradeye dönüştürecek bir çalışmaya ihtiyaç var. Tek tek insanlar bu savaşa karşı içten içe öfke duysalar da; barış, daha demokratik, daha adil bir dünya isteseler de en nihayetinde bunu tek başına başarma şansları yok. Bunları bir araya getirebilecek, buluşturacak bir örgüte bir mekanizmaya bir koordinasyona ihtiyaç var.


Bu anlamda Halkların Demokratik Kongresinin önemli bir zemin yarattığını düşünüyorum. Bunu büyütebiliriz, güçlendirebiliriz. Ben HDK’nin toplumsal muhalefeti örgütleyen bir kongre olarak önünün çok açık olduğuna ve çok büyük bir güç açığa çıkarabileceğine inanıyorum. Seçim sürecinde HDK-HDP bir bütün olarak seferber olmalı, hepimiz mahalle mahalle, ev ev, köy köy dolaşarak halka ulaşmalı, halkla birlikte olmalıyız, halkın taleplerini, isteklerini, beklentilerini açığa çıkaran bir örgüte dönüştüren bir çalışma yürütmeliyiz, bir örgütlenme seferberliği, bir toplumsal muhalefeti açığa çıkarma ruhuyla bu sürece yüklenmeliyiz. Biz BDP olarak HDK’nin bir bileşeni olarak bütün güç ve imkanlarımızı seferber edeceğiz. Kesinlikle HDK’nin bu seçim sürecinden kimsenin tahmin edemeyeceği kadar büyük bir dinamizm, güç biriktirerek çıkacağına inanıyorum.


http://evrensel.net/news.php?id=66724

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder