23 Eylül 2013 Pazartesi

Cami ve Cemevi projesinden eşitlik çıkar mı?


Fikret Güney



Fikret Güney, Barış ve Demokrasi Gündemi olarak yayınladığımız ilk özgün makale olan yazısında, gündemdeki Cami-Cemevi projesini AKP'nin "Alevi açılımı" politikaları bağlamında değerlendiriyor.


Cem Vakfı Başkanı İzzettin Doğan ve Fethullah Gülen’in Ankara’da camiyi, cemevini ve aşevini aynı külliye içinde inşa etme projesinin temelleri geçtiğimiz haftalarda Ankara’da atıldı. Proje, Alevinin Aleviliğini, Sünnilerin ise Sünniliğini koruyarak bir arada bulunabileceği bir kardeşlik merkezi olarak lanse edildi. Ancak kamuoyunda bu projeden daha fazla tartışılan, projeye yönelik tepkiler oldu. Alevi örgütlenmesinin en kitlesel çatı örgütü olan Alevi Bektaşi Federasyonu'nun önemli bileşenleri projeyi Aleviliği Sünnilik içinde eritmeyi amaçlayan bir asimilasyon projesi olarak değerlendirdi ve Ekim ayı içinde kitlesel eylemlerle bu projeyi protesto edeceklerini duyurdu. Ankara’nın önemli Alevi yerleşim yerlerinden biri olan Tuzluçayır ise projenin temellerinin atıldığı günden bu zamana kadar kitlesel eylemlerin merkezi oldu.  Bu yazıda da Alevilerin önemli bir bölümünde bu projeye yönelik ortaya çıkan tepkiler, AKP’nin Alevi açılımı süreciyle beraber formülize edilmeye çalışılan Alevilik söylemi doğrultusunda değerlendirilmeye çalışılacak. 


Kamuoyunda Alevi açılımı olarak bilinen süreç, Haziran 2009 ve Ocak 2010 tarihleri arasında düzenlenen yedi çalıştay üzerine temellendirildi. Bu çalıştaylar sonrasında ortaya çıkan Alevi Çalıştayları Nihai Raporu, açılım süreci içerisinde billurlaşan ve yukarıdan inşa edilmeye çalışılan resmi Alevilik anlayışının ipuçlarını sunan önemli bir belgedir. Bu anlayışın resmi Alevilik görüşü olarak nitelendirilmesi, çalıştay nihai raporunun Alevi örgütlenmeleriyle müzakere içinde hazırlanmadan masa başında tasarlanmasından kaynaklanmaktadır. Çalıştay tutanakların incelenmesi, çalıştaylar sürecinde Alevi örgütlülüğünün önemli bir bölümünün çalıştaylardan çekildiğini, çalıştaylara katılmaya devam eden ve Alevi örgütlülüğü içinde azınlıkta kalan derneklerin taleplerinin ise nihai rapora yansımadığını ortaya koyacaktır. Bu kısa yazıda nihai rapor ve bu rapora ilişkin itirazlar uzun uzun değerlendirilmeyecek, sadece rapordan süzülen “Alevilik sorununun” ne olduğuna değinilecek ve cami-cemevi projesine ilişkin itirazlar da bu resmi tanımla ilişkilendirilerek ele alınmaya çalışılacaktır.

Nihai rapora göre Alevilik İslam içinde yer alan bir tarikat veya mezheptir. Kırsal yaşam koşulları içinde kurumsallaşmış olan ve kendi sosyal ağlarına sahip olan geleneksel/dinsel bir yaşam formudur. Aleviliğin önündeki en önemli problemse Aleviliğin müphemliğidir. Raporda, Aleviliğe ilişkin yorumların çeşitliliği ve Aleviliğin genel geçer bir söylem bütünlüğü içinde olmamasının yeni ayrışma noktaları yaratarak ortak bir tartışma zemini üretmeyi engellediği sıklıkla belirtilmektedir Bu bakış açısı Alevilerin sorunlarını tartışmak yerine Aleviliğin kendisini sorunsallaştırılmakta ve bir sorun olarak Aleviliği tartışmaktadır. Sorun Alevilik olunca, sorunun çözümü de devlete değil Alevilere düşmektedir. Rapora göre Aleviler,  “hiçbir şekilde muğlaklığa izin vermeyen bir netlikle ve tam bir yetkinlik içinde inanç alanını açıklıkla” ortaya koymalıdır.

Bir sorun olarak Aleviliğin müphemliği dışında karşı karşıya kaldığı bir diğer problemse Alevilerin kendi geleneklerinden kopmasıdır. Kendi içinde tutarlı bir sistematik bütünlüğe sahip olmayan Alevilik, tam da bu nedenle, modernleşme ve kentleşmenin çözücü etkilerine karşı koymayı başaramamıştır. Alevilerin şifahi bir kültüre sahip olması ve bütüncül bir doktrine dayanmaması Aleviliğin çözülmesinin en önemli nedenidir. Aleviliğin bu yapısal karakteristiğinin dışında, Aleviliğin kendi geleneğinden kopmasına neden bir diğer unsur da Tekke ve Zaviyeler Kanunu’dur. Bu kanunla Bektaşi Dergâhı da dâhil olmak üzere dergâhların kapatılması ve bir unvan olarak dedelik, babalık ve çelebiliğin yasaklanmasıyla Alevilik yapısal kurumlarını ve geleneksel referans noktalarını kaybetmiştir. Kendi geleneğini koruma noktalarını kaybeden Alevilik, modernleşme ve kentleşmenin çözücü etkilerine karşı savunmasız kalmıştır.

Raporda, Aleviliğin yapısal müphemliği ve bir de üzerine geleneksel referans noktalarını ve kurumlarını kaybetmesinin iki temel sonucu olduğu iddia edilir. İlki Alevilerin kamusal görünümlerini bir mağduriyet anlatısı üzerine kurmaları ve yaşadıkları her türlü acıyı kutsallaştırarak kendilerini “mağduriyetin mitik evrenine hapsetmeleridir.” Bu mağduriyet söylemi, Alevilerin Alevi olmayan büyük toplumla sağlıklı bir ilişki kurmasını engellemektedir. İkincisi ise Alevilik tartışmaların gerçek zemininden koparak teolojik değil siyasi bir tartışma haline gelmesi, daha açık bir ifadeyle dinsel bir düşünce olan Aleviliğin siyasallaşmasıdır. Aleviliğin yapısal anlamda sistemli bir bütünlüğe sahip olmaması ve geleneklerinden kopması, Aleviliği bir mağduriyet söylemine iterek siyasallaştırmakta ve sonuç olarak da Aleviliğin içinde olmayan siyasal muhaliflik Aleviliğin asli unsuru gibi lanse edilmektedir.

Böylece nihai rapor öncelikle Aleviliği sorunsallaştırmakta, sonrasında da sorunsallaşan Alevliğin en önemli sorununu da geleneklerinden kopmak olarak formülize etmektedir. Alevilerin sorunlarını çözebilecekleri ana eksen ise onları Sünnilikle ortaklaştırılan ortak paydalarıdır: İslamiyet. Raporun Aleviliğin karşılaştığı sorunlara sunduğu reçete, Aleviliğin dinsel referanslardan yola çıkarak kendini yeniden tanımlaması ve İslam içindeki konumuna geri dönmesidir.

Alevi açılımı süreci böylece yeni bir Alevilik tanımı ortaya koymakta; Aleviliği tanımlayıp tekilleştirirken Alevilik üzerinden yeni bir hegemonya tesis etmeyi amaçlamaktadır. Cami-cemevi sürecini de Alevilik üzerinden tesis edilmeye çalışılan bu yeni hegemonya üzerinden analiz etmek gerekmektedir. Cami-cemevi projesi, resmi düzeyde İslam ekseninde yeniden tanımlanmaya çalışılan Aleviliğe “sivil toplum”dan gelen bir destektir. Bu desteğin, Türkiye siyasetinde ağırlıklı bir rol oynayan Gülen Cemaati ve Aleviliği 1990’lardan beri Türk İslamı olarak yorumlayan Cem Vakfı’nın işbirliğinden gelmesi de şaşırtıcı değildir. Bu proje, Aleviler ile Sünniler arasında duygusal bir yarılma olduğunu iddia eden ve Alevilerin problemlerinin Sünnilerle dinsel bir paylaşım içinde bulunarak çözülebileceğini varsayan din kardeşliği retoriğinin ete kemiğe bürünmüş halidir. Başka bir ifadeyle yeniden tanımlanan Alevilik üzerinden inşa edilmeye çalışılan, hegemonya için aşağıdan rıza üretimidir.

Alevilerin tepkisi ise bu yeni tanıma ve hegemonya tesisi çabasına yönelik bir itiraz olarak okunmalıdır. Şimdi tekrar nihai rapora kısa bir geri dönüş yapalım. Çalıştaylar esnasında tartışılan konulardan birisi de cemevlerine ibadethane statüsünün verilmesidir. Birçok konuda farklı görüşlere sahip olan Alevi derneklerinin üzerinde en geniş konsensüsle uzlaştıkları nokta cemevlerine ibadethane statüsü verilmesidir. Aleviliğe ilişkin en net tanımı Alevilerin yapabileceğini belirten nihai rapor, söz konusu olan cemevlerinin ibadethane sayılması olunca tartışmayı din adamlarına havale etmektedir. Cemevlerinin ibadethane sayılıp sayılmayacağının kararı tek başına Alevilere bırakılmamakta, eğer din adamları ve ilahiyatçılar cevaz verirse cemevleri ibadethane sayılabilir demektedir. Diyanet’in bu konudaki tavrı ise nettir: İslam’ın ibadethanesi tektir, o da camidir. İlahiyatçılara göre cami dışında cemevlerine ibadethane statüsü tanımak, Aleviliği İslam dışında yeni bir din olarak tanımlamak ve Alevileri de dinsel bir azınlık haline getirmek demektir.

Cami-cemevi projesine yönelik tepkiyi Alevi açılımı sürecinde formülize edilmeye çalışılan yeni Alevilik anlayışı ve cemevlerinin ibadethane statüsü hakkında yapılan tartışmalar ekseninde okumak gerekir, çünkü bu proje, bu tartışmaların vücut bulmuş halidir. Cemevlerine bir ibadethane statüsü tanımadan caminin yanına iliştirmek, cemevini caminin müştemilatı haline getirmektir. Cemevine yasal bir meşruiyet tanımamak, ancak bir caminin yanında inşa edilirse meşru görmek demektir. Bundan sonrasında Alevi yerleşim yerlerine yapılacak bütün cemevlerinin yanında gözlerin bir cami araması demektir. Daha geniş anlamdaysa Aleviliğin Sünnilikten bağımsız tartışılamaması demektir. Cami gölgesinde inşa edilen her cemevi, Aleviliğin Sünnilik şemsiyesi altına alınması anlamına gelecektir. Cami ile cemevini bir araya getiren düzlemin harcında eşitlik yoksa sonucu kardeşlik değil asimilasyon olur.

Alevi ve Sünnilerin kendi Alevilik ve Sünnilerini koruyarak bir arada yaşayabilmeleri demokratik bir Türkiye’nin olmazsa olmaz ön koşullarından biridir. Cami-cemevi projesinin arkasındaki siyasi akıl Alevileri Sünnilerle sorunlu bir topluluk olarak görmekte ve Alevilik sorununun Alevi ve Sünnileri bir araya getirecek bir din kardeşliği anlayışıyla çözülebileceğini varsaymaktadır. Bu akıl, yazının başında belirtilen ve Alevi açılımı süreciyle billurlaşan resmi Alevilik söylemiyle uyumludur. Aleviler ise Sünnilerle dinsel barışı gereksiz görmektedir, çünkü zaten Sünnilerle bir sorunları yoktur. Türkiye’de yaşayan Alevilerin sorunları Sünnilerle değil devletledir. Aleviler devletten toplumsal hayata eşit koşullarda katılmalarını sağlayacak haklarını talep etmektedirler. Alevilerin, Sünnilerin sahip oldukları haklardan eşit şekilde yararlanmasını sağlayacak bir eşit yurttaşlık anlayışının üzerinden atlayarak Alevi ve Sünnileri ortak ibadet mekanlarında “karıştırarak barıştırmak” üzerine bina edilen bir kardeşlik projesi bir arada eşit koşullarda yaşamaya değil, Aleviliği Sünnilik içinde eritmeye hizmet eder. Türkiye’nin, Alevi ve Sünnilerin biraradalığına ihtiyacı vardır, ama bu birliktelik ağabeyin kardeşini hoş gördüğü bir İslam kardeşliği retoriğiyle değil, bu topraklarda yaşayan herkesin aynı haklardan yararlanacağı bir eşit yurttaşlık anlayışıyla sağlanabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder