19 Eylül 2013 Perşembe

Paralel devlete dikkat!



Selahattin Demirtaş / Zana Kaya*



Demirtaş, Öcalan’ın süreç için en büyük risk olarak paralel devlet yapılanmasını gördüğünü belirterek şu uyarısına dikkat çekti: ‘Paralel devlet sabote etmek için pusuda’


AKP’YE PARALEL DEVLET UYARISI


BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Öcalan’ın paralel devlet konusunda uyardığını belirterek, “AKP’nin şu anda çözüme yaklaşımı, paralel devletin yaklaşımıdır. Hükümet, bu paralel devlet zihniyetiyle hareket ederse çözüm zora girer” dedi


EL NUSRA HİZBİ-KONTRA’DIR




Demirtaş, Öcalan’ın Rojava’ya saldıran çeteler için yaptığı çarpıcı tespiti de aktardı: “El Nusra’yı 90’lı yıllardaki Hizbi-kontra’ya benzetiyor. Hizbi-kontra’nın bir benzerinin Urfa-Haseki-Antep-Serêkaniye’de hayata geçirilmeye çalışıldığını belirtiyor.”


En büyük risk ‘paralel devlet’


Kürt sorununun demokratik ve barışçı çözümü ne zaman gündeme gelse, çözüm karşıtı yapıların müdahaleleri de paralel olarak artıyor. Geçmiş dönemlerde yapılan görüşmeler ve çözüm süreçleri de uluslararası ve bölgesel sistemin farklı provokasyon ve sabotajları nedeniyle akamete uğradı. Bu hafızadan dolayı, KCK Genel Başkanı Abdullah Öcalan’ın, Newroz’la birlikte başlattığı yeni sürece ilişkin de kamuoyunun sürece dair kaygıları sürüyor. BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Öcalan’ın ‘paralel devlet’ olarak tanımladığı ve süreç için en büyük risk olan bu yapılara ilişkin analizlerini anlattı.


Kürt sorununun demokratik çözümünü istemeyen birçok uluslararası güç ve içeride uzantıları var. Sayın Öcalan süreç için risk oluşturan bu yapıları nasıl analiz ediyor?

Sayın Öcalan, 1950’lerden beri bir paralel devlet yapılanması olduğunu belirtiyor. Bu paralel devlet yapılanması, (Kont-gerilla-Gladyo-derin devlet-açık devlet ne olarak tanımlarsanız tanımlayın) görünen devletin yanında onun içine sızmış, onunla paralel hareket eden ikili bir devlet yapısıdır. Bu paralel devletin ana gövdesi dışarıdadır. Uluslararası güçlere dayanıyor. Bu paralel devlet yapılanması Kürt sorununda çözüme gitmenin önünde en büyük engeldir. Çözüm aşamalarında mesafe kat edildiğinde, 1993 yılından bu yana hep paralel devlet devreye girip süreçleri sabote etmiştir. Fakat burada paralel devletin tasfiye edilmesi, etkili konumdan çıkarılması hükümetin tutumuna bağlıdır. Hükümet paralel devlete göz yumar, ya da paralel devletle birlikte çalışır veya paralel devlet gibi çalışırsa çözümün önü tekrar tıkanabilir. Bu nedenle her görüşmemizde kendisi mutlaka bu konunun defalarca altını çiziyor.

AKP’nin şu andaki çözüm sürecine yaklaşım tarzı, paralel devletin yaklaşım tarzıdır. Çünkü paralel devlet barış istiyormuş gibi yapar fakat çözüm sürecinin içini boşaltarak dolaylı olarak şiddeti dayatır ve savaşı kaçınılmaz hale getirir. Bu anlayış bir sarmal olarak on yıllardır Türkiye’nin başına bela olmuştur. Bu sarmaldan kurtulmanın tek yolu da hükümetin paralel devlet gibi hareket etmekten vazgeçip zamanında, hızlı ve nitelikli adımlar atması ve paralel devlet faaliyetlerini önlemesiyle mümkün olur ancak. O nedenle AKP’nin barışa yaklaşımını paralel devletin barışa yaklaşımına çok benzetiyor kendisi. Bu haliyle hükümet ve Sayın Başbakan bunun farkına varmazsa, kendi etrafını saran bu paralel devlet zihniyeti ve anlayışıyla hareket etmeye devam ederse çözüm her geçen gün zora girer. Bu konuda hem görüştüğü heyetle hem de bizimle tartışmalarında uyarılarını yapıyor. Biz de bir kez daha gazeteniz aracılığıyla bu uyarıları belirtmiş olalım.


Peki bu dönemde paralel devletin somut müdahaleleri neler oldu?

Roj Tv’nin, Nuçe Tv’nin kapatılması, Sakine Cansız ve arkadaşlarının katledilmesi, geçmişte KCK operasyonları, yakın dönemde yaşanan halka yönelik saldırılar, karakol yapımlarının hızlandırılması bütün bunlar çözüm süreçlerinde devreye giren paralel devlet müdahaleleridir. Bunlar gibi onlarca olay sayılabilir. Bunları önleme, tedbirini alma konusunda hükümet ya yetersiz ya da isteksiz kalıyor. Dolayısıyla böyle hareket edildiği zaman da paralel devletin bütün ağırlığıyla devlet içerisinde faaliyet gösterdiği bir konjonktürde çözüm süreci de sağlıklı ilerlemiyor, işlemiyor. Hükümet bu konuda tedbir almıyorsa demek ki kendisi de çözüm sürecine samimi ve ciddi yaklaşmıyor diye düşünüyor.


Paralel devleti somutlaştırırsak hangi çevrelerdir bunlar?

Türkiye’nin NATO’ya girişiyle birlikte NATO merkezli Gladyo’nun, sonraları Amerika’da Utah merkezli akademilerin, çeşitli lobilerin ve güncel olarak da bazı cemaatlerin bu paralel devlet yapılanması içerisinde yer aldıklarını düşünüyor kendisi. Paralel devletin zaman zaman kullandığı aktörler değişmekle birlikte amacının ve yöntemlerinin benzer olduğunu ifade ediyor.


Süreç için de önemli olan yeni anayasa konusunda ne düşünüyor?

Yeni anayasayla ilgili tespiti şudur Sayın Öcalan’ın: Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan  bu yana dıştalanan Kürtler, İslami kesimler ve solcular yeni anayasanın sosyolojik temellerini oluşturuyor. Yani yeni anayasa dıştalanmış bu kesimlerin kendini tarifleyeceği bir içerikle ancak ortaya çıkabilir. Eskisi gibi ırkçı ve tekçi bir anlayışla ve dayatmalarla yapılacak bir anayasa yeni anayasa olamaz. O nedenle Türkiye’deki yeni anayasa sosyolojisinin iyi anlaşılması lazım. Bu üç kesimi dışlayan, dikkate almayan bir anayasadan toplumsal uzlaşma çıkmaz. Yine bu Anayasa Uzlaşma Komisyonu’yla bir sonuca ulaşmanın çok mümkün olmadığının farkında kendisi.


Rojava’nın durumunu değerlendirdiniz mi?

Rojava’yla ilgili kapsamlı değerlendirmeler, görüş alışverişlerimiz oldu. Rojava halkına en içten selamlarını iletiyor. Bütün şehit ailelerine saygılarını iletiyor. Özellikle İsa Huso’nun katledilmesi dolayısıyla ailesine başsağlığı dileklerini tekrar iletiyor. Rojava halkının bu direnişinin çok kutsal ve anlamlı olduğunu ifade ediyor.

Sayın Öcalan, El Nusra, El Kaide benzeri çetelerin kesinlikle oralarda yer tutamayacağını, ya bir karşılıklı ateşkesle oraları terk etmesini, ya da sonuna kadar Rojava’daki herkesin kendisini meşru savunma temelinde savunması gerektiğini belirtiyor.

Bu El Nusra meselesini 90’lı yıllardaki Hizbi-kontra’ya benzetiyor. Özellikle Batman-Silvan-Diyarbakır üçgeninde kullanılan Hizbi-kontra’nın bir benzerinin şimdi Urfa-Haseki-AntepSerêkaniyê dörtgeninde hayata geçirilmeye çalışıldığını belirtiyor. Saldırıların, hem oradaki kazanımlara yönelik olduğunu, hem oradaki halkı göçertmeye dönük olduğunu, istikrarsızlık yaratarak kendisine mahkum etme amacıyla yapıldığını ifade ediyor. Bununla birlikte Sêmelka Sınır Kapısı’nın Federe Kürdistan hükümeti tarafından kapatılmasının da kabul edilemez olduğunu, bu politikanın Rojava’ya yönelik saldırıları destekleyen bir tutum olduğunu kaydediyor. Federe Kürdistan hükümetinin bu tutumundan derhal vazgeçmesi gerektiğini, ulusal çıkarları benimseyen bir tutum almamaları halinde tarih karşısında vebal altında kalacaklarını belirtiyor. Türkiye hükümetinin de Suriye’de çözüm istiyorsa Rojava’daki halkın kolektif yönetimiyle işbirliği yapması gerektiğini, onları bir tehlike olarak görmek yerine Suriye’nin birliği içerisindeki bir çözümün parçası olarak ele alması gerektiğini ifade ediyor. Suriye’de artık tekçi, monolitik bir devlet yapısının asla olamayacağını, herkesin bu gerçeği gördüğünü, bu gerçeği görerek oradaki farklı kesimlerle Türkiye’nin artık ilişkilenmesi gerektiğini belirtiyor. Suriye’deki tek çözüm budur; bunun dışındaki tekçi dayatmaların, ister Esad’dan ister muhalefetten gelsin artık tutmayacağını, üçüncü bir yol olarak halkların orada kendi öz gücüyle, özerkliğiyle var olacağını ifade ediyor. “Cenevre Konferansı’na giderken de bu anlayışla hareket edilmesi Türkiye’nin de yararına olur, Suriye’deki şiddetin durması ve çözüm yollarının açılması için bu önemli bir durumdur. Türkiye’nin orayı bir tehdit olarak görüp el altından çeteleri desteklemek yerine samimi bir ilişkiye geçmesi önemlidir” diye Rojava konusunda tespitlerini yapıyordu. Ve tabi Suriye’nin birliği içerisindeki bir demokratik çözümün en doğru yol olduğunu belirtiyordu.


Rojava’da Kürt Yüksek Konseyi özyönetim oluşturma kararı aldı. Bu karar gündeme geldi mi?

Evet. Bunlar doğru gelişmelerdir. Suriye’de Özgür Suriye Ordusu şahsında temsil edilen muhalefet de kendi geçici yönetimini oluşturdu. Rojava bölgesindeki halk da kendi geçici yönetimini oluşturuyor. Dolayısıyla bu geçici yönetimlerin Cenevre’de tek bir hükümete dönüşebileceğini, ortaklaşılabileceğini ve bu şekilde de çözüme gidilebileceğini düşünüyor. Bunun önemli bir fırsat olabileceğini düşünüyor.


Suriye’ye uluslararası müdahale konusu -Rusya’nın hamlesiyle geri plana itilse degündemde. Suriye ve Ortadoğu’daki gelişmeleri nasıl yorumluyor?

Aslında kendisinin bu konudaki yaklaşımı Newroz bildirisiyle tüm dünyaya deklare edildi. Kendisinin önerisi halkların kendi öz gücüne dayalı, birbirini tanıyan, özerklik hukukunu, yaşam hakkını tanıyan, kültürünü, dilini tanıyan, birlikte yaşama ilkesini esas alan bir yolun ancak Ortadoğu’da çözüm bulabileceğini belirtiyordu. Newroz bildirisinin ana esası da buydu. Dolayısıyla Sayın Öcalan emperyal güçlerin, uluslararası güçlerin yaptığı müdahalelerin tarih boyunca daha büyük sorunlar yarattığını, bunların hiçbirinin çözüm amaçlı olmadığını, çözüm getirmediğini, getiremeyeceğini çok iyi biliyor. Kendisi özgüce, diyaloga dayalı çözüm perspektiflerini her zaman savundu. Türkiye’de başlattığı çözüm süreci de bu esasa dayalıdır, Ortadoğu için önerdiği halklar arası konfederal çözüm önerileri de bu esasa dayalı. Bu nedenle Suriye’ye bir dış müdahale asla kimseye bir fayda getirmez, çözüme de hiçbir katkısı olmaz. Türkiye’nin de bu tür müdahale arayışları yerine oradaki halklarla, bütün toplumsal -siyasal kesimlerle eşit ilişki kurarak onlarla birlikte çözümü desteklemesi en doğru yoldur.


Gezi Parkı’ndaki direnişle ortaya çıkan toplumsal tepki devam ediyor. Sayın Öcalan bu konuda ne düşünüyor?

Gezi direnişi başladığından bu yana her görüşmemizde belirtiyor. Gezi direnişi başladığından bu yana hükümetin toplumsal talepleri esas alması gerektiğini, halkın sesine kulak vermesi gerektiğini, demokratikleşmenin ne kadar acil olduğunun Gezi direnişleri sayesinde görünür olduğunun altını çiziyor. Gezi direnişiyle birlikte aslında herkesin ne kadar çok demokrasi, özgürlük istediğinin ortaya çıktığını, hükümetin de buna cevap olması gerektiğini belirtiyordu.


Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Kendisine selam gönderen Asuri Süryani halkına, cezaevindeki arkadaşlara, Avrupa’daki arkadaşlara, Rojava’daki halkımıza ve Kürdistan’daki bütün halkımıza ayrı ayrı selamları ve sevgileri vardı. Kendisi gelişmeleri kıt olanaklara rağmen elindeki televizyon, radyo ve gazete imkanlarıyla takip etmeye çalışıyor. Son nefesine kadar özgür bir insan, özgür bir siyasetçi olarak çözüm için ve özgürlük için mücadele edeceğini belirtiyor. Herkesten de bu çerçevede kendisini mücadeleye ve çözüm sürecine katmasını bekliyor.


HDP anamuhalefete hazırlansın


Türkiye seçim atmosferine girdi. Geçtiğimiz gün HDP ve BDP ortak bir açıklamayla bölgede BDP, batıda HDP ile seçime gireceğini deklare etti. Sayın Öcalan’ın HDP üzerinde önemle durduğu biliniyor. Bu kararı nasıl değerlendirdi?

Bilindiği gibi Halkların Demokratik Kongresi kendisinin de desteklediği, başından beri önerdiği bir çalışma. Birçokları belki bu çalışmanın önemini iyi anlayamıyor, kavrayamıyor. Fakat Ortadoğu’daki çözüm formüllerini ifade ederken değindiğimiz özgüce dayalı, birlikte yaşama, karşılıklı saygıya, eşitlik hukukuna dayalı çözümler için halkların birlikte mücadele etmesi çok önemlidir. Dolayısıyla Sayın Öcalan açısından taktik bir meselenin ötesinde stratejik bir yaklaşımdır. Halklar eğer birlikte yaşama, birbirinin hukukuna saygıyı geliştiremezse uluslararası güçlere, içerideki art niyetli güçlerin müdahalelerine açık hale gelirler. Bu nedenle Mezopotamya, Anadolu, Ortadoğu kültürlerinin birbirini tanıma, saygı duyma, birlikte yaşamanın yolu ortak mücadeleden geçer. Bu nedenle Sayın Öcalan HDP projesini çok heyecanla izliyor, destekliyor. Bizler de BDP ve HDP çalışmalarını bu çerçevede yürütüyorduk. Kürdistan’da BDP, batıda HDP olarak seçime girilmesi kararını da doğru ve anlamlı bulduğunu ifade ediyordu.


Ertelemede Türkiye ve İran etkisi


Sayın Öcalan, Kürt Ulusal Kongresi’nin ertelenmesini nasıl yorumladı?

Ulusal kongrenin gerçekleştirilmesi için kendisinin geçmişten bu yana gerçekten çok çabası oldu. Hem İmralı’dan önce hem de İmralı’da bu konuda çok çaba sarf etti, çok önemsedi. Doğrusu ulusal kongrenin ertelenmesine çok üzüldü ve öfkelendi. Ertelemenin nedenlerini kendisi tahmin ediyor. Türkiye’nin ve İran’ın ertelemede etkisi biliniyor. Fakat bu kongreye öncülük yapanların, özellikle de Güney Kürdistan hükümetinin kendisini halkın iradesinin üzerinde görmesi tarihi bir hatadır. Bu tür hatalara düşülmemelidir bu tarihi dönemde. Herkes bilmelidir ki ulusal kongreyle birlikte Kürtlerin önündeki engellerin büyük kısmı kalkmış olacaktır. Dolayısıyla bunu yapmamak halka karşı olan borcunu yerine getirmemektir. Kim kendisini halkın iradesine dayatırsa o büyük bir suç işlemiş olur, vebal altında kalmış olur. Bir daha da ertelenmemesini temenni ediyordu. Kongrenin gerçekleşmesi için herkes çok daha fedakarca üzerine düşeni yapmalıdır diyordu.


* Özgür Gündem 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder