3 Eylül 2013 Salı

AKP barış özlemini istismar ediyor




ÇÖZÜMÜ TARTIŞIYORUZ-2 [Şerif Karataş*]


Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) Eş Genel Başkanı Alper Taş, Türkiye halklarının barışa olan özleminin AKP hükümeti tarafından istismar edildiğini belirtti. Gezi direnişinde ortaya çıkan durumun, Kürt sorununun demokratik ve toplumsal çözüm yolunu işaret ettiğini ifade eden Taş, “Barış mücadele ile kazanılabilir. Barış AKP rejimine, Başbakan’ın niyetine havale edilemez” dedi.



Kürt sorununda bir süredir İmralı’da devlet ve Öcalan arasında süren görüşmeler, BDP’nin yaptığı ziyaretler, Kandil ile kurulan temaslar ve Akil İnsanlar Heyetinin çalışmalarıyla ‘çözüm’ tartışması sürüyor. Sizce çözümün neresindeyiz?

Görünen bir muammayla karşıya karşıyayız. Şu an sağlanan çatışmasızlık hali, kalıcı bir barışa evrilecek mi bu konuda ciddi kaygılarımız var. AKP hükümetinin halklarımızın barış özlemini siyasi istismar malzemesi, iktidarını sağlamlaştırmanın bir parçası, kendi siyasal emellerine ulaşmanın aracı haline getireceğine dair endişelerimiz var. Daha önce izlediğimiz filmin tekrar izlettirileceğine dair bir kaygı bu. Bu filmde özellikle seçim süreçleri öncesinde büyük beklentiler ve sorunu çözme havası yaratıp, seçim sürecini kazasız -belasız geçirmek, seçime yakın dönemde de milliyetçilik gazına yeniden basıp milliyetçi-muhafazakar oyları kontrol etmek var. Halkların barış özlemlerini sönümlendiren bu senaryonun aynen tekrar etmesinden büyük kaygı duyuyoruz. Yaşanan gelişmeler de bu kaygılarımızı kuvvetlendiriyor. AKP 3 büyük seçim öncesi olduğu gibi sorunu uykuya yatırma politikasını sürdürüyor gözüküyor. Kamuoyu artık bu filmi izlemekten sıkıldı. Halk kalıcı adımlar, kalıcı çözümler bekliyor. Çünkü barış ancak demokratik bir içerikle kalıcı hale gelir. Bu adımlar atılmadığı müddetçe, barışın toplumsallaşması mümkün değil. O yüzden çatışmasızlık ortamına demokratikleşme hamlesinin eşlik etmesi gerekiyor ki binlerce insanımızın kaybına yol açan bu savaşa nihai bir son verelim.


Kürt siyasi aktörlerinin Hükümete yönelik getirdiği “Süreç tek taraflı adımlarla yürüyor” eleştirisi var. Sizce Hükümet tarafının yaklaşımında sürecin ilerlemesine yardımcı olacak bir açılım hazırlığı var mı?

Barış sürecinin iki tarafı var. Her birinin kendisine göre bir beklentisi, düşüncesi ve sistematiği var. Birinin söylediğini diğeri yalanlıyor. Bundan kurtulmanın yolu belli. Kamuoyundan hatta Kürt hareketinden bu yönde bir talep gelmişti. Bu süreci izleyecek bağımsız bir heyetin oluşturulması talebi dile getirilmişti. Biz de böyle bir talebi savunmuştuk  Kim bu süreçte yanlış adım atıyorsa, bu yanlışı kamuoyu nezdinde takip edip, teşhir edecekti. Bir bağımsız heyetin oluşturulması sürecin selameti açısından önemliydi. Fakat AKP, Akil İnsanlar Heyeti diyerek, kendi insan ilişkileriyle görevli bir heyet oluşturdu. Parlamento şu an çalışmıyor. Çözüm komisyonu oluşturuldu. Onun da bir işlevi yok.Tıpkı Akil İnsanlar Heyetinde olduğu gibi sadece bir diyalog zemini ele alınmış. Sürecin ihtiyacı olan kimin doğru söylediği, kimin sürecin aleyhine bir yaklaşım içinde olduğunun bilinmesi. Gerçekten bağımsız bir heyet sürecin başında yaratılabilmiş olsaydı, biz şimdi kimin doğru söylediğini görebilirdik, anlayabilirdik. Burada sorumlu AKP’dir.



HÜKÜMET OYALAMAK İSTİYOR


Başbakan, Akil İnsanlar Heyetinden gelecek raporlar doğrultusunda paketler hazırlanacağını ifade etmişti. Fakat bir süre önce yaptığı açıklamada, ‘Ana dilde eğitim ülkeyi böler’ dedi. Diğer yandan da hükümetin hazırlandığını söylediği ‘demokratikleşme paketi’ var.  Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Barışın kalıcı olması için demokratik adımların atılması gerekiyor demiştik. Bu adımların başında da ana dilde eğitim hakkının tanınması, ana dilin kamusal alanda kullanılmasının önünün açılması geliyor. Başbakan, ana dilde eğitim hakkını bölücülük olarak görüyor. Zaten bu, AKP hükümetinin niyetini de ortaya koyuyor. Sürecin en temel, kritik taleplerinden biri ana dilde eğitim hakkıdır. Şimdi söz konusu edilen, gündeme geleceği söylenen demokratikleşme paketinde ana dilde eğitim yok.

Bunun dışında en önemli taleplerinden biri de seçim barajının düşürülmesiydi. Bu da yok. Peki bu paket neyi içerecek? Kürt meselesinin en temel iki talebini içermeyen paketten Kürt sorununun demokratik çözümüne ilişkin bir şey çıkmaz. Diyeceksiniz herkes silahlarını bıraksın, fikrine güveniyorsa, fikrini ortaya koysun, fikirler yarışsın, fakat bu fikirler soyut düzlemde yarışmaz ki bu fikirlerin kendisi siyasal temsiliyette ortaya konması gerekiyor. Bunun sağlıklı ve adaletli bir şekilde yola koyulması için seçim barajının ortadan kaldırılması gerekir. Hem barajı koruyacaksınız hem fikirler yarışsınız diyeceksiniz. Bu da çok antidemokratik bir tutum. Belli ki AKP bu süreci bir oyalama ve zaman kazanma, bir tür önümüzdeki seçim sürecini kazasız belasız atlatma süreci olarak görüyor. Bu bir değil iki değil. Aynı şeyin tekrar yaşatılmasının hem Türkiye halklarına hem de AKP hükümetine çok ağır sonuçları olur.



GEZİ, KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜNDE YOL GÖSTERDİ


Lice’de Medeni Yıldırım’ın öldürülmesi sürecinde Gezi direnişçilerinin dayanışma eylemleri oldu. Sizce Kürt sorununun çözümüne yönelik mücadelede ülkenin batısından gerektiği düzeyde bir katılım ve katkı var mı?

Özellikle Lice’de yaşanan o saldırıdan ve kardeşimizin katledilmesinden sonra ülkenin batı yakasında ortaya konulan tepkiler, yani Gezi direnişinin ortaya çıkardığı o ruhun, parklardan çıkarak, sokaklarda diren Lice eylemlerinin geliştirilmesi, aslında Kürt sorununun demokratik ve toplumsal çözüm yolunu da işaret etti. Çok önemli bir nokta, Gezi direnişi içerisinde Türkiye’nin batı yakasındaki insanlar Kürtlerin halinden anlayan hale gelen bir pozisyona geldiler. “Biz bunları şu 15-20 günde yaşıyorsak, yıllardır Kürt halkı ne tür acılar yaşadı” dendi. Empati kurma anlamında Kürt halkının yaşadıklarını hissetme konusunda Gezi bir anlama pratiği oldu. Ve buna eklemlenen Lice için yürüyüşler de bu pratiği pekiştirdi. Kürt bayrağıyla Kürtçe slogan atan insanlar ile aradaki bu milliyetçiliği de aştı aslında. Doğal olarak bizim için de sorunun yukarıdan müzakerelerle değil, aşağıdan halkların mücadele birlikteliği içerisinde, yol arkadaşlığıyla, toplumsal bir mücadele içerisinde çözülebileceğini gösterdi. Gerçek bir barış imkanını gözler önüne serdi.



GEZİ'YE ORTAM HAZIRLAYAN ÇATIŞMASIZLIK DURUMUYDU


Peki Kürt sorununun çözümü için ÖDP’nin de içinde yer aldığı demokrasi güçlerinin sorumluluğu nedir, neler yapmalılar?


Bu konuda çabalarımızın yetersiz olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Bu aslında bizim için de son şans. Biliyorsunuz Gezi direnişinin ortaya çıkmasındaki önemli etkenlerden biri de çatışmasızlık ortamının olmasıydı. Cenazelerin geliyor olması direnişin bu boyuta ulaşmasını psikolojik olarak engellerdi. Demek ki Kürt sorununda çatışmasızlık hali batı yakasında insanların kendi talepleri doğrultusunda kendi özgürlükleri, hakları için isyan edebilmelerine yol açıyor. Sonuç itibarıyla batıdaki mücadelenin önünü açıyor. Bunu da gördük, yaşadık. Gençlerin öldüğü bir noktada milliyetçilik devreye giriyor. Farklı algılar devreye giriyor. İnsanlar AKP rejiminin politikalarına karşı çıksalar bile bu konuda cesaretli adım atıp, Kürt kardeşlerini anlayabilen bir noktada mücadelenin içerisine kendilerini itemiyorlar. Bunu gördük. O yüzden bizlere büyük görevler düşüyor. Barış mücadele ile kazanılabilir. Barış, AKP rejimiyle Başbakanın niyetine havale edilemez. Onun arzusu yönünde gelişemez. Çatışmasızlık ortamının yaratılması şu an kimsenin ölmediği, kalıcı olmasa da bir ‘barış’ halinin  ortaya çıkması da bir mücadelenin sonucu.

Bu, yıllardır Kürtlerin, yine ülkenin batısındaki, sol- sosyalistler güçlerin, demokrasi güçlerinin barış eksenli mücadelesinin de bir sonucudur. Doğal olarak bu barışın da kalıcı hale dönüşmesi ve bir demokratik içerikle tanımlanması yine hem Kürt halkının hem de bizlerin yürüteceği mücadelenin ürünü olacaktır. O yüzden önümüzdeki dönemde barış için toplumsal mücadeleyi yükseltmemiz önemli bir görev. Yoksa bizim de şikayet etme hakkımız yok. Silahlar yeniden konuşmaya başladığında bizim de konuşma hakkımız ortadan kalacak. Çünkü biz de süreci izlemiş olacağız. Burada süreci izleyen değil, aktif bir tutum alan pozisyonda olmamız gerektiği ortada.


Peki 1 Eylül Dünya Barış günü buna vesile olur mu?


Öncelikle tarihleri çok abartmamak gerekir. Kimseye haksızlık yapmak istemem ama 1 Eylül etkinlikleri klasik ve rutin olmanın dışına çıkamıyor. Hep beraber tek bir talep veya kaç talep etrafında herkesin yan yana ortak durabildiği kimsenin kendi bayrağını ve flamasını dalgalandırmadığı Türkiye’nin batı yakasındaki insanları, Türkiye’nin batı yakasındaki emekçileri de içine alabilecek bir 1 Eylül yaratamadık. İçeriği gündemden uzak, bugünkü tablodan insanların psikolojik ve politik yönlerine yanıt vermeyen; bizim bildiğimiz, bizim tekrarladığımız, bizim ezberlediğimiz, karışık ve dağınık ifade edilmiş eylüller yaşadık. Barış mücadelesini de 1 Eylül’e hapsetmemek lazım. 1 Eylül’de bir şey yaptık, gerisi gelir mantığıyla değil, önümüzdeki dönemin mücadele başlıklarından biri haline getirmek lazım barışı.



‘YURTA BARIŞ BÖLGEDE BARIŞ’


Suriye’deki gelişmeler süreci etkiler mi sizce?

ÖDP olarak önümüzdeki dönem, yurttaki barışı kalıcı hale dönüştürmenin aynı zamanda bölgenin barışından geçtiğinin farkındayız. Suriye kanarken, Türkiye’de barış çok mümkün olmayacaktır. O yüzden barış bir bölgesel mesele haline geldi.Yurtta barış bölgede barış politikası birbirini diğerinin karşısına koymadan bütünlüklü yürütülmesi gereken bir politika olmalı. Bu açıdan emperyalistlerin bölgeye yönelik savaş politikalarına emperyalistlerin halkları birbirine kırdırma siyasetleri ve sermayenin bu noktada halkları sömürme politikalarına karşı, antiemperyalist, antikapitalist, bir içerikte barış mücadelesini önümüzdeki dönemde yükseltmek göreviyle karşı karşıyayız.


*Evrensel


http://www.evrensel.net/news.php?id=66785

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder